SELAMUN ALEYKÜM
İnşaallah istifadeye medar olur!!!!!!
27 Temmuz 2010 Salı
Risale-i Nur'un Tefsirdeki Yeri
Bilindiği üzere bir eserin, genel olarak ilmî ve özel olarak da İslâmî literatürdeki yerini tespit etmek iki şekilde olur. Birincisi, eserin muhtevasına bakmak. İkincisi, müellifin kendi ifadesine başvurmak. Buna göre, Risale-i Nur külliyatının İslâm literatüründeki gerçek yerini de bu iki yoldan ortaya koymak gerekir:
Risale-i Nur’un Muhtevası
Risale-i Nur, muhteva itibariyle bir Kur’ân tefsiri olarak mütalâa edilebilir. Çünkü İşârâtü’l-İ’câz adlı eserde Fatiha Sûresi ile Bakara Sûresi’nin 33. âyetine kadar geçen âyetlerin tefsiri olduğu gibi yapılmıştır. Adı geçen eser, sûreler arasındaki münasebetler dışında, klasik tefsirlerin bütün metotlarının kullanıldığı, “Dirayet Tefsirler”i içerisinde yer alan bir nevi “İlmî ve Edebî Tefsir”dir. Risale-i Nur’un Sözler, Mektûbat, Lem’alar ve Şualar gibi temel kaynakları da bir çeşit “konulu tefsir” olarak değerlendirilebilir. Çünkü bu eserlerde, herhangi bir konunun belli bir âyetin başlığı altında işlenmesi, genellikle konu bütünlüğüne riayet edilmesi, lâfzen olmasa da mânen konunun birçok âyetin açıklaması olarak ortaya konması, “konulu tefsir”in yeni bir yaklaşımı olarak değerlendirilebilir. Aslında yeni bir tefsir biçimi olarak ortaya çıkan “konulu tefsir”in, “konu ile ilgili âyetlerin nüzul sırasına göre dizilip, değerlendirilmesi”1 şeklindeki şartlandırılma keyfiyeti, belli bir görüşü yansıtmakta olup, bu işin başka şekillerde olamayacağını göstermez. Daha önceki âlimlerin “nâsih-mensûh, aksâmü’l-Kur’ân, emsâlü’l-Kur’ân” gibi belli bir konuyu ele alan eserlerinin, bir çeşit “konulu tefsir” olduğu ortadadır. Muasır âlimlerden bazılarının, “konulu tefsir”i, yukarıdaki tanım çerçevesinde görmeleriyle beraber; belli bir sûrenin ihtiva ettiği hususların işlenmesini de “konulu tefsir” kısmında mütalâa etmeleri2 bu tefsir türünün farklı şekillerde işlenebileceğini gösteriyor. Aslında bir bütünlük içerisinde işlenen, “Kur’ân’da Kıyamet Sahneleri”, “Kur’ân’da Ulûhiyet”, “Kur’ân’da Tevhid”, “Kur’ân’ın İ’câzı”, “Kur’ân’da İlim” gibi konuların “Konulu Tefsir” yönünde değerlendirilmesinin de ilmî bir sakınca taşımaması gerekir.3 Bunun gibi, Risale-i Nur’da belli âyetlerin başlığı altında bağımsız olarak işlenen ve aynı zamanda konu ile ilgili metinleri verilmemiş birçok âyetin izahı çerçevesinde değerlendirilen ve Kur’ân’ın temel hedefi olarak bilinen, insanların dünya ve ahiret saadetini temin eden “hidayet mesajı”nı mefhum olarak ders vermeyi amaçlayan “Haşir”, “Tevhid”, “Nübüvvet”, “Kur’ân’ın i’câzı” gibi konuların işleniş tarzını bir “konulu tefsir” tarzında değerlendirmek mümkündür.
Meselâ, Dokuzuncu Söz “Namaz vakitlerinin hikmeti” konusu çerçevesinde değerlendirilmiştir. “Haydi siz, akşama ulaştığınızda (akşam ve yatsı vaktinde), sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde Allah’ı tesbih edin (namaz kılın), ki göklerde ve yerde hamd O’na mahsustur.” (Rum, 30/17-18) mealindeki âyet başlık olarak kullanılmıştır. Bu sözün fihristinde, adı geçen âyetle beraber “Beş vakit namaz hakkındaki âyâtın/âyetlerin gayet mühim bir sırrını ‘Beş Nükte’ ile tefsir..” şeklindeki ifadeyle konu ile ilgili diğer âyetlerin de açıklamasının yapıldığı belirtilmiştir. (Sözler, s.830) Adı geçen “Dokuzuncu Söz” ile beraber 4. Söz, 11. Söz ve 21. Söz’ün (birinci makamı) ortak konusu namazdır. Bunu “Kur’ân’da namaz” adıyla değerlendirmek mümkündür. Meselâ, 19. Söz ile 19. Mektup “Hz. Muhammed’in (s.a.s) nübüvveti” konusuna tahsis edilmiştir. 19. Mektupta ağırlıklı olarak hadîslerin işlenmesi, konulu tefsir anlayışına ters değildir. Bununla beraber, 19. Söz’ün konusu, fihristte, “Yasin sûresinin “Hikmet dolu Kur’ân’a yemin olsun ki, sen gönderilmiş peygamberlerdensin” (Yasin, 36/1-3) âyetinin mealindeki yüzer âyâtın/ayetlerin en mühim hakikati olan Risalet-i Ahmediye’yi (a.s.m) on dört reşha namıyla, on dört kat’î ve muhkem burhanlarla tefsir ve isbat ediyor.” şeklinde ifade edilmiştir. (Sözler, s.835-836)
Yine Onuncu Söz “Haşir Risalesi” adını taşımaktadır ki, tamamıyla haşir konusunu işlemiştir. Ayrıca 15. Söz’ün zeyli ile 29. Söz’de de haşir konusu işlenmiştir. Bu üç risaleyi de “Kur’ân’da haşir” başlığında toplamak mümkündür. Nitekim 29. Söz’ün fihristinde şöyle denilmiştir: “De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir.” (İsrâ, 17/85) “Kıyametin kopması ise göz açıp kapama gibi veya daha az bir zamandan ibarettir.” (Nahl, 16/77) “(Ey insanlar!) Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz, ancak tek bir kişinin yaratılması ve diriltilmesi gibidir.” (Lokman, 31/28) âyetlerinin mealindeki yüzer âyâtın haşir ve bekâ-i ruh ve melâikeye dair üç mühim hakikatini tefsir eder. (Sözler, s.840) Bununla beraber, Risale-i Nur’un ifade tarzındaki orijinalliği gibi, konuları işlemede takip ettiği metot da yeni bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Nitekim bazı âlimler, Risale-i Nur’u, Kelâm ilminin konularını işlediği için onu, bir “Yeni ilm-i Kelâm metodu” olarak değerlendirmişlerdir.4 Buna göre Risale-i Nur, ister “İlm-i Kelâm”, ister bir “Tefsir” olarak değerlendirilsin, onun kendine has bir metodunun olduğunu kabul etmek gerekir.
Özetle denilebilir ki, Risale-i Nur, iman esasların söz konusu yapmış âyetleri açıklayan, Kur’ân’ın mânevî konulu bir tefsiridir. Diğer bir ifadeyle Risale-i Nur, (İşârâtü’l-İ’caz hâriç) çoğunlukla Kur’ân’ın lâfzını tefsir etmeden, hidayet mesajını mefhum olarak asrın idrakine sunan, nev’i şahsına münhasır Kur’ân’ın mânevî ve şuhûdî bir tefsiridir. (Nur’un İlk Kapısı, s.2; Mesnevi-i Nuriye, s.68,235; Lem’alar, s.104) Evet, Risale-i Nur, Kur’ân’ın lâfzını değil, doğrudan doğruya mesajını aktarmakla mânevî; Kur’ân’ın hakikatlerini gözle görünür misallerle ortaya koymakla da şuhûdî bir tefsirdir. Müellifin aşağıdaki görüşleri de bunu doğrulamaktadır. Diğer taraftan Risale-i Nur’un dinî hizmetinin yanında “Edebî vechesi”ni de oldukça detaylı bir şekilde inceleyen Semir Receb Muhammed de Risale-i Nur’u şuhûdî bir tefsir olarak değerlendirmiştir.5
Risale-i Nur Hakkında Müellifin Görüşleri
Risale-i Nur’un, bir tefsir olduğu hususu, eserin müellifi Bediüzzaman tarafından ısrarla vurgulanmıştır. Akranları tarafından “Bediüzzaman” unvanına layık görülmüş bir allâmenin tefsir, kelâm, felsefe, fıkıh, hadis ilimlerini birbirinden ayıramayacak durumda olduğunu îma edecek sözler söylemek, ne yazdığını bilmemekle itham etmek, objektif ilim anlayışı ile bağdaştırılamaz. Evet, Risale-i Nur hem tefsir, hem de kelâm konularını işleyen bir eserdir. Bu iki hususun bir arada olması son derece normaldir. Bunun anlamı şudur: Risale-i Nur, çoğunlukla, iman esaslarını konu alan âyetleri açıklayan, diğer bir deyişle Kur’ân’ın âyetlerini, ilm-i kelâm metodu ile işleyen bir tefsirdir. Demek ki, bir eserin, Kelâm ilminin konuları olan iman esaslarını işlemesi, onun bir tefsir kitabı olmasına engel değildir. Şimdi Risale-i Nur’un, hem ilm-i Kelâm konularını işleyen bir eser, hem de bir tefsir olduğunu, bir kaç madde hâlinde, bizzat eserin müellifi Bediüzzaman’dan dinleyelim:
Risale-i Nur Mânevî Bir Tefsirdir
Arzu edilen tefsir, insanların dünya ve ahiret hayatlarında saadet yollarını gösteren tefsirdir. Müfessirler Kur’ân’ın çeşitli yönlerini ele alarak tefsir yapmışlar, bunun neticesi olarak tefsirde çeşitli yönler meydana gelmiştir.6 Tefsir çalışmaları ağırlıklı olarak kullanılan tefsir malzemesinin çeşidine göre zaman içerisinde âlimler tarafından rivayet, dirayet, ilmî, edebî, içtimaî ve konulu tefsir gibi adlarla anılmaya başlamıştır. Ayrıca Kur’ân’ın lâfzını filolojik tetkikler çerçevesinde açıklayan tefsirlere lâfzî tefsir, bu tetkiklere girmeksizin Kur’ân’ın hidayet mesajını doğrudan doğruya aktaran tefsirlere de mânevî tefsir adını vermek mümkündür. Nitekim İbn Kayyim’e göre de tefsirler genel olarak üçe ayrılır: a. Kur’ân’ın lâfızlarının açıklamasını esas alan tefsir anlayışı (Lâfzî tefsir). b. Kur’ân’ın vermek istediği mesajı esas alan tefsir anlayışı (Mânevî tefsir). c. İşârî tefsir.7
Zerkeşi’ye göre, en önemli tefsir malzemesinin dört kaynağı vardır:
a. Hz. Peygamber’in (a.s.m) sünneti. b. Sahabenin kavli. c. Arapça’daki lügat mânâsı. d. Âyetlerin ifadelerinden anlaşılan ve şeriatın ruhundan fışkıran mânâlar.
Bu son kaynak, Hz. Peygamber’in (a.s.m) İbn Abbas hakkında “Allah’ım! Onu dinde anlayışlı kıl ve ona tevili öğret” şeklinde yaptığı duada yer alan ve Hz. Ali’nin “Allah’ın kişiye verdiği Kur’ân’ı anlama kabiliyeti..” olarak tanımladığı ilâhî mesajın anlaşılması ve açıklamasından ibarettir.8
İmam Gazzalî’ye göre tefsir lâfzî ve mânevî olarak ikiye ayrılır. Bunlardan -lâfzî/zâhirî tefsir, Kur’ân’ın lafızlarını açıklar. Mânevî tefsir ise âyetlerin ihtiva ettiği mânâların hakikatlerini açıklar. Kur’ân’ın lâfızlarını açıklayan lâfzî tefsirler, Kur’ân’ın hakikî mânâlarının anlaşılmasında yetersiz kalır.9 Gazzalî’ye göre, “Resulüm! Attığın vakit sen atmadın, fakat Allah onu attı” (Enfâl, 8/17) mealindeki âyetinin zâhirî tefsir açısından hakikî mânâsını anlamak mümkün değildir. Çünkü âyetin zâhir mânâsı bir yandan “Sen attın” derken, diğer yandan “sen atmadın” demektedir. Bu ise lâfzî tefsir açısından bir çelişkidir. Bu zâhirî çelişki ancak âyetin hakikî mânâsını anlamakla izah edilebilir.10
Hz. Peygamber(a.s.m)’in sünnetinde de hem lafzî, hem de mânevî tefsir örneklerini bulmak mümkündür. İmam Şafiî bu konuyu açıklarken şu görüşlere yer vermiştir: Hz. Peygamber’in Kur’ân’ı açıklaması iki şekildedir: Birincisi: Kur’ân’ın naslarına yer vererek yapılan açıklama. İkincisi: Kur’ân’da mücmel olarak ifade edilen hususlarda Kur’ân lafızlarına yer vermeksizin Allah’ın muradının ne olduğunu doğrudan aktarmak.11 Şafiî’ye göre Hz. Peygamber’in namaz, zekât ve haccın teferruatı gibi açıkça Kur’ân’da bulunmayan konularla ilgili ortaya koyduğu bütün hükümler, O’nun Kur’ân’dan istihraç ettiği hükümlerdir.12 Misâl verecek olursak: Hz. Peygamber’in (a.s) “Kim de Beni anmaktan yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.” (Tâhâ, 20/124) âyetinde geçen “sıkıntılı bir hayat anlamındaki مَعيِشَةً ضَنْكًا ifadesini, kabir azabı olarak tefsir etmesi13 lâfzî tefsir örneğini teşkil ettiği gibi, hac, zekât ve namazın teferruatı ile ilgili pek çok konudaki açıklamaları da mânevî tefsir örneğini teşkil etmektedir.14
Bediüzzaman da tefsirleri genel olarak lâfzî ve mânevî diye ikiye ayırmıştır. O bu konuda şunları söylemektedir: “Risale-i Nur Kur’ân’ın çok kuvvetli, hakikî bir tefsiridir” tekrar ile dediğimden, bazı dikkatsizler tam mânâsını bilemediğinden bir hakikati beyan etmeye bir ihtar aldım. O hakikat şudur: “Tefsir iki kısımdır; birisi: Malum tefsirlerdir ki, Kur’ân’ın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin mânâlarını beyan ve izah ve ispat ederler. İkinci kısım tefsir ise: Kur’ân’ın imanî olan hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle beyan ve ispat ve izah etmektir. Bu kısmın pek çok ehemmiyeti var. Zâhir malum tefsirler, bu kısmı bazen mücmel bir tarzda derc ediyorlar. Fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannid feylesofları susturan bir mânevî tefsirdir.” (Şualar, s.343-35)
Afyon Mahkemesi’ne hitaben söylenmiş aşağıda verilen sözleri de onun bu konudaki kanaatini açıkça ortaya koyuyor: Kur’ân-ı Azimüşşan’ın hakiki ve kuvvetli bir tefsiri olan Risale-i Nur; bu asırda, bu vatanda ve bu millete, yirmi seneden beri tesirini göstermiş Allah’ın büyük bir nimeti ve Kur’ân’ın sönmez bir mucizesidir. (Şualar, s.317)
Bediüzzaman’ın bu ifadesinden açıkça anlaşılıyor ki, ona göre Risale-i Nur, İlm-i Kelâmın da konuları olan iman esaslarını inceleyen, Kur’ân’ın emsalsiz hakikî ve mânevî bir tefsiridir. İfadede yer alan bazı vurguları şöyle anlamak mümkündür: Risale-i Nur “emsalsizdir.” Çünkü ifade tarzı, ispat şekli, konulara yaklaşımı orijinaldir. “Kur’ân’ın hakikî tefsiridir.” Çünkü Kur’ân’ın asıl mesajı olan başta tevhid, nübüvvet ve haşir konularını esas almıştır. “Mânevî bir tefsirdir.” Çünkü İşârâtü’l-İ’câz tefsiri dışında kalan Risale-i Nur eserlerinin takip ettiği metotta, genellikle âyetlerin metinleri veya mealleri verilmeden, Kur’ân’dan alınan mesajlar doğrudan aktarılmıştır.
Lafzî Tefsir Metodunun Tercih Edilmemesinin Sebebi
Bilinen bir gerçektir ki, Risale-i Nur külliyatı, yalnız âlimlere hitap eden ilmî bir tefsir değil, aynı zamanda ve daha çok bütün halk kesimlerine hitap eden bir mürşittir. Asrın mürşidi olarak âyetlerin Arapça lâfızlarını açıklamanın, özellikle Türkiye’de çok faydalı olmadığını yakînen bilen Bediüzzaman, daha önce eşsiz bir tefsir olan İşârâtü’l-İ’caz’ı yazmasına rağmen o metottan vazgeçmiştir. Bizzat Nur talebeleri arasında bu İşârâtü’l-İ’caz tefsirinin Türkçeye tercüme edilmesine rağmen, yine de çok zor anlaşılması ve bu sebeple de çok az okunması, Risale-i Nur külliyatında mânevî tefsir metodunun uygulanmasının ne kadar isabetli olduğunu göstermektedir. Özellikle Arapçanın resmen yasak olduğu, Kur’ân okumanın bile büyük bir suç sayıldığı, materyalist düşünce akımlarından kaynaklanan dinsizliğin alabildiğine yayıldığı bir devirde, âyetlerin Arapça lâfızlarını incelemek yerine,-gençlerin imanlarını kurtarma adına- ilâhî mesajları âyetlerden istinbat ve istihraç ederek doğrudan asrın idrakine sunmanın en elzem bir vazife olduğunu izah etmeye bile gerek olmadığını düşünüyoruz.
Risale-i Nur’un Konusu İman Esaslarıdır
Risale-i Nur’un, Kur’ân’ın mânevî ve hakikî bir tefsiri olduğunu söyleyen Bediüzzaman, konuları itibariyle onun hakiki Kelâm ilmi derslerini veren eserler olduğunu, hattâ İmam Rabbânî’nin çok önceden ondan haber verdiğini de ifade etmiştir.
Bir talebesine yazdığı cevabî mektubunda şöyle diyor: “Mektubunda ilm-i Kelâm dersini benden almak arzu etmişsiniz. Zaten o dersi alıyorsunuz. Yazdığınız umum sözler, o nurlu ve hakikî ilm-i Kelâmın dersleridir. İmam Rabbânî gibi bazı kudsî muhakkikler demişler ki: Âhir zamanda ilm-i Kelâmı yani ehl-i hak mezhebi olan mesâil-i imaniye-i kelâmiyeyi birisi öyle bir surette beyan edecek ki, umum ehl-i keşf ve tarikatın fevkinde, o nurların neşrine sebebiyet verecektir. Hatta İmam Rabbânî kendisini o şahıs gibi görmüştür. Senin şu âciz ve fakir ve hiç ender hiç kardaşın, bin derece haddimin fevkinde olarak kendimi o gelecek adam olduğumu iddia edemem, hiç bir cihette liyâkatim yoktur. Fakat o ileride gelecek acip şahsın bir hizmetkârı ve ona yer hazır edecek bir dümdârı ve o büyük kumandanın pişdar bir neferi olduğumu zannediyorum. Ve ondandır ki, sen de yazılan şeylerden o acip kokusunu aldın.” (Barla Lâhikası, s.173)
Risale-i Nur külliyatının Kelâm ilmine ait eserler olarak da kabul görmesinin sebebi, konularının iman esasları ile ilgili olmasındandır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, Bediüzzaman Risale-i Nur’u Kur’ân’ın mânevî bir tefsiri olarak görmekte ve aynı zamanda Kelâm ilminin konularını işlediğini de özellikle vurgulamaktadır.
Bu konudaki ifadelerinden bazıları şöyledir: “İmam Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed-i Farukî (r.a.) demiş: Hakaik-i imaniyeden bir tek meselenin inkişafı ve vuzuhu, benim indimde binler ezvak ve keramâta müreccahtır. Hem bütün tarikatların gayesi ve neticesi, hakâik-ı imaniyenin inkişafı ve vuzuhudur.15 Madem şöyle bir tarikat kahramanı böyle hükmediyor; elbette hakâik-ı imaniyeyi kemâl-i vuzuh ile beyan eden ve esrâr-ı Kur’aniyeden tereşşuh eden Sözler (Risale-i Nur), velayetten matlup olan neticeleri verebilir.” (Mektubat, s.330)
Risale-i Nur, Kur’ân’dan Mülhemdir
Bediüzzaman’ın, “Risale-i Nur’u zâhiren benim eserim olmak haysiyetiyle sena etmiyorum. Belki yalnız Kur’ân’ın bir tefsiri ve Kur’ân’dan mülhem bir tercümân-ı hakikîsi ve imanın hüccetleri ve dellâlı olmak haysiyetiyle meziyetlerini beyan ediyorum. Hattâ bir kısım risaleleri ihtiyarsız yazdığım gibi, Risale-i Nur’un ehemmiyetini yazmakta ihtiyarsız hükmündeyim.” (Şualar, s.611) şeklindeki ifadesi, Risale-i Nur’un Kur’ân’dan mülhem mânevî bir tefsir olduğu yolundaki kanaatini açıkça ortaya koyuyor. Buna göre denilebilir ki, işlenen konular sadece başlık olarak kullanılmış âyetlerin açıklaması değil, aynı zamanda metni verilmeyen ve fakat konu ile ilgili olan pek çok âyetin de açıklamasıdır.
Bediüzzaman’a göre, Risale-i Nur’un Kur’ân’dan mülhem olduğunu gösteren deliller vardır. Bunları muhtevanın zenginliği, her seviyedeki insanlara hitap etmesi, üstün ikna kabiliyetinin olması, özellikle eserlerin telifi esnasında Kur’ân’dan başka, müellifin yanında herhangi bir kaynak eserin bulunmamasına rağmen, alışılmışın dışında bir süratle yazılmış olması gibi hususlar zikredilebilir. Müellife göre Risale-i Nur’un muhtevası, kendi müellifinin havsalasının üstünde bir genişliğe sahiptir. Bu ise eserlerinin bir ilham eseri olduğunun delilidir. Aşağıdaki sözleri bunu göstermektedir:
“Hem hakâik-i imaniye ve Kur’âniye’de öyle bir genişlik var ki, en büyük zekâ-i beşeri ihata edemediği hâlde; benim gibi, zihni müşevveş, vaziyeti perişan, müracaat edilecek kitap yokken, sıkıntılı ve süratle yazan bir adamda, o hakâikın ekseriyet-i mutlakası dekaikiyle zuhuru; doğrudan doğruya Kur’ân-ı Hakîm’in i’caz-ı mânevîsinin eseri ve inâyet-i Rabbaniyenin bir cilvesi ve kuvvetli bir işâret-i gaybiyesidir.” (Mektubat, s.348)
Risale-i Nur’un takip ettiği üslûbun başka eserlerden farklı olduğunu, kapsamlı ifadelerle her kesime hitap edildiğini ve Kur’anî hakikatlerin, Kur’ân’ın üslûbuna uygun bir seyir takip ettiğini ifade eden müellifin konu ile ilgili görüşleri şöyledir: Bütün risalelerde, söz konusu olan bütün derin hakikatler, verilen misaller vasıtasıyla, en amî ve ümmî olanlara kadar ders veriliyor.
Hâlbuki o hakikatlerin çoğunu, büyük âlimler “tefhim edilmez”, yani; “anlaşılamaz ve anlatılamaz” deyip, değil tüm insanlara, belki yüksek seviyedeki insanlara da bildiremiyorlar. Demek, Risale-i Nur’daki sühûlet-i beyan, şüphesiz bir eser-i inayettir ve onun müellifinin hüneri olamaz. Olsa olsa, Kur’ân-ı Kerim’in mânevî i’câzının bir cilvesi, verdiği temsillerin bir temessülü ve bir yansımasıdır. (Mektubat, s.348 )
Bediüzzaman, özellikle elli-altmış kadar risalelerin telif tarzlarının, Allah’ın ilham ve ikramından başka bir şekilde izah edilemeyeceğini şu sözleriyle belirtmektedir: “Elli-altmış risaleler öyle bir tarzda ihsan edilmiş ki, değil benim gibi az düşünen ve zuhurata tebaiyet eden ve tetkikata vakit bulamayan bir insanın; belki büyük zekâlardan mürekkep bir ehl-i tetkikin sa’y ve gayretiyle yapılmayan bir tarzda telifleri, doğrudan doğruya bir eser-i inayet olduklarını gösteriyor.” (Mektubat, s.348)
Özet olarak denilebilir ki: Bediüzzaman’a göre, Risale-i Nur’un telifindeki fevkalâde sürat ve sühûlet; nüshalarının çoğaltılması işleminde ve yazılmasında gösterilen fevkalâde iştiyak ve kolaylık; okunmasında dahi usandırmaması ve zevkle okunması, Kur’ân-ı Kerîm’in bir kerametidir ki, Kur’ân’ın nurları olan Nur risalelerinde kendini göstermiştir. (Mektubat, s.334)
Risale-i Nur’un Kur’ân’dan mülhem olduğunu gösteren delillerden biri de bu eserlerin değişik yerlerinde ifade edilen düşüncelerin, birden fazla âyetin açıklaması olarak değerlendirilmekle ortaya konulmasıdır. Misal olarak 22. Söz’ün birinci makamı, şu iki âyetin başlığı altında yazılmıştır. “Öğüt alsınlar diye Allah, insanlara misaller getirir.” (İbrahim, 14/25) “Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.” (Haşir, 59/21)
Tahdis-i nimet kabîlinden Allah’ın kendisine yaptığı ikram ve yardımı açıklamasının sebepleri üzerinde dururken de müellif “Üçüncü sebep”i şöyle açıklıyor: “Sözler (bu tabir, Risale-i Nurun tümüne şamildir) hakkında tevazu suretinde demiyorum; belki bir hakikati beyan etmek için derim ki, sözlerdeki hakaik ve kemâlât, benim değil, Kur’ân’ındır ve Kur’ân’dan tereşşuh etmiştir. Hattâ Onuncu Söz, yüzer âyât-ı Kur’âniye’den süzülmüş bazı katarattır. Sair risaleler dahi umumen öyledir. Madem ben öyle biliyorum ve madem ben fâniyim, gideceğim; elbette bâkî olacak bir şey ve bir eser, benimle bağlanmamak gerektir ve bağlanmamalı. Evet, lezzetli üzüm salkımlarının hasiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben öyle bir kuru çubuk hükmündeyim.” (Mektubat, s.344)
Münacat Risalesi’nin fihrist kısmında bu risalenin “… Resul-i Ekrem’in (a.s.m) münacatından ve Kur’ân-ı Mucizu’l-Beyan’ın tesbih, tahmid ve sena ve duaya münhasır yedi yüz adet âyâtından mehuz (alınmış)..” olduğu belirtilmiştir (bk. Lem’alar, s.442, Münacat Fihrist kısmı).
Üstadın talebelerinden hâlâ hayatta olan Mustafa Sungur Efendi’nin bildirdiğine göre, Bediüzzaman “Ben hakaik-ı imaniyeye müteveccih olduğum zaman Kur’ân’dan iki yüz âyet yarışırcasına imdadıma koşuyor” demiştir.
Bediüzzaman’ın bir talebesine “bir sır” kaydıyla kaleme aldığı bir yazısından anlaşıldığına göre, bir kısım ehl-i hakikat “Vedûd” ismine mazhar oldukları gibi, kendisine de Kur’ân’ın hakikatlerine yaptığı dellâllık hizmeti esnasında, “Rahîm” ve “Hakîm” isimlerine medar bir vaziyet verilmiştir. Ona göre bütün Nur risaleleri, o mazhariyetin birer cilvesi olup “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, şüphesiz ona pek çok hayır verilmiş demektir.” (Bakara, 2/269) âyetinin sırrına mazhardırlar. (Mektubat, s.18)
Bediüzzaman’ın, Risale-i Nur’un Kur’ân’dan mülhem olduğu yolundaki kanaatini gösteren aşağıdaki ifadeleri de bir belge mahiyetindedir: “Risaletü’n-Nur, sair telifat gibi ulûm ve fünundan ve başka kitaplardan alınmamış, Kur’ân’dan başka me’hazi yok, Kur’ân’dan başka üstadı yok, Kur’ân’dan başka mercii yoktur. Telif olduğu vakit hiç bir kitap müellifinin yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur’ân’ın feyzinden mülhemdir ve semâ-i Kur’ânîden ve âyâtının nücûmundan, yıldızlarından iniyor, nüzul ediyor.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s.95)
Netice
Sonuç olarak diyebiliriz ki, binden fazla âyetin açıkça yazıldığı, müellifin ifadelerinden anlaşıldığı kadarıyla, bir o kadar âyetin de –lâfzı zikredilmeden- açıklamasının yapıldığı, Risale-i Nur Külliyatı, orijinal bir üslûpla orijinal tespitler yapan, telifi harikulâde bir şekilde gerçekleşen, Kur’ân’dan mülhem, nevi şahsına münhasır Kur’ân’ın orijinal manevî bir tefsiridir.
*Sakarya Üniv. İlâhiyat Fak. E. Öğretim Üyesi
nbeki@yeniumit.com.tr
Dipnot
Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Sinan Matbaası, İstanbul, 1964.
-Sözler, Sinan Matbaası, İstanbul, 1958.
-Şualar, Çeltüt matbaası, İstanbul, 1960.
-Barla Lâhikası, Envar Neşriyat, İstanbul, 1994.
-Nur’un İlk Kapısı, Osmanlıca, y.y., ts.
-Mesnevi-i Nuriye, trc. Abdulmecid, Nursî, Osman Yalçın Matbaası, İstanbul, 1958.
-Lem’alar, Sinan Matbaası, İstanbul, 1959.
(Endnotes)
1 Bkz. Muhammed Mahmud el-Hicazi, el-Vahdetu’l-Mevduiyyetü fi’l-Kur’ani’l-Kerim (Kahire,1390/1970), s.402-403.
2 Bkz. Abdussettar Fethullah Said, el-Medhal ila Tefsiri’l-Mevduî (Kahire, 1411/1991), s.24-25.
3 Krş. Abdussettar, s.26-27.
4 Bkz. Muhsin, Abdulhamit, Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur (trc.Abdulaziz Hatip, İst. 1993), s.80-83.
5 Bkz. Semir Receb Muhammed, el- Fikru’l Edebî ve’d-Dini İnde’d-Daiyeti’l İslami Bediüzzaman Said Nursî(Kahire,1416/1995), s.151.
6 Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü (Ankara, 1979), s.228.
7 Bkz. Menna, el-Kattan, Mebahis fi Ulumi’l-Kur’an (Beyrut,1412/1991), s.357-58.
8 Süyûtî, İtkân, 2/229.
9 Gazali, İhyau ulumi’d-dîn(Kaihre, 1358/1939), 1/300.
10 Gazali, İhya, a.g.y.
11 Bkz. Eş-Şafii, er-Risale (thk. A. Muhammed Şâkir, Beyrut, ts), s. 91-92.
12 eş-Şafii, s.88,176-177; es-Suyuti, el-İtkan(Beyrut, ts.), 2/225.
13 Hâkim, el-Müstedrek ala’s-sahihedyn (Beyrut, 146/1986), 2/381.
14 Krş.eş-Şafii, a.g.y.; es-Suyuti, el-İtkan, 2/25
15 İmam Rabbanî, el-Mektubat (Ar. Trc. Muhammed Murad el-Münzelevî, İst, ts.), 1/182.(210. Mektub)
Yrd. Doç. Niyazi Beki
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder