SELAMUN ALEYKÜM

İnşaallah istifadeye medar olur!!!!!!

27 Temmuz 2010 Salı

İlim Talebesi Olmanın Fazileti


Allahu Tealâ’nın sübutî sıfatlarından biri de İlim sıfatıdır. Bir varlığın yaratılabilmesi için üç temel sıfata ihtiyaç vardır. Allah’ın İlim, İrade ve Kudret sıfatları olmadan hiçbir şey vücud sahasına çıkıp var olamaz. Yani önce İlm-i ilâhîde projesi olacak. Sonra varlığa çıkması İrade olunacak. Sonra da Kudret tarafından yaratılarak varlık âlemine çıkacak. Allah’ın yaratması ile varlık nûruna kavuşan her şeyin, gayet intizamlı, hikmetli, ölçülü ve san’atlı yapılışları onların nihayetsiz bir ilm-i ilâhînin mahsulleri olduklarını akıl gözüne apaçık bir şekilde gösterir.

Kur’ân-ı Kerîm de nihayetsiz ilimler sahibi olan yüce Rabbimizin ezelî bir kelâmı olduğundan hadsiz ilimlerle dopdolu olarak nâzil olmuştur. Kâinatın bütün ilimlerini ve hakikatlerini, âhiret âlemlerinin, insanlık âleminin ilimlerini, hatta Cenâb-ı Hakkın isim ve sıfatlarına dair hadsiz marifetleri içine alan bir ilimler hazinesidir.

Hak ile bâtıl, hakikat ile hurâfe arasındaki en mühim fark; birisi Allâh’ın ilimine dayanıp oradan hayat alırken diğerinin tamamen hayal ürünü ve vehmin mahsulü olmasıdır. Kur’ân-ı Hakîm ve ondan zuhur eden dîn-i İslâm, insanları dâimâ hak ve hakikate çağırmış, bâtıl ve hakikatsiz şeylerden uzak olmalarını da emretmiştir.

Hakîkatlerin anlaşılması ve bâtıldan uzaklaşılması, kâinatta tecellî eden hakîkatlerin insanın ruhuna da aks etmesi ve böylelikle kâmil insanların yetişmesi ancak ilim ile olabildiğinden, İslâmiyet, ilim tahsiline çok büyük bir önem vermiş, ilim talebelerini ve âlimleri alkışlamıştır. Hak Teâlâ kitabında “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” diye ferman etmiş; sevgili Resûlü de “İlim Çin’de de olsa talep ediniz. İlim talep etmek kadın erkek her Müslüman’a farzdır” buyurmuştur. Ve bunun gibi pek çok âyet ve hadislerle insanlar ilim sahibi olmaya, düşünmeye, aklını çalıştırmaya ve araştırmaya teşvik edilmiştir.

Yapılan bu teşvikler, olağanüstü bir ilmî faaliyetin İslâm dünyasında başlamasına sebeb olmuştur. Kur’ân’ın nüzulüne kadar câhiliye devrinin vahşetleri içinde yaşayan ve büyük ekseriyeti okumak ve yazmak dahi bilmeyen o devrin insanları, İslâmiyet ile birlikte yediden yetmişe hummalı bir ilmî faaliyet içine girmiştir. Daha bir asır geçmeden doğuda Çin’den batıda İspanya’ya kadar uzanan muazzam bir İslâm medeniyeti oluşturarak o zamanın medenî milletlerinin üstadları, hocaları ve idârecileri olmuşlardır. İslâm coğrafyasının her köşesinde Mekke, Medîne, Şam, Bağdad, Basra, Buhara, Kurtuba daha sonraları Konya, Bursa ve İstanbul gibi çok sayıda ilim ve kültür merkezleri, medreseler ve kütübhâneler ortaya çıkmıştır. Yüz binlerce dehâ derecesinde âlimler, bilim adamları yetişmiş ve bunlar da milyonlarca eserler yazarak insanlığa nur saçmışlardır.

TALEBE-İ ULÛMUN ŞEREFİ


İlim taleb etmenin fazilet ve şerefini beyan eden bir hadîs-i şerifte şöyle buyrulmuştur:

“Kim bir ilim öğrenmek için bir yola sülûk ederse Allah ona cennete giden yolu kolaylaştırır. Melekler, ilim talibinin yaptığından memnun olduklarından kanatlarını onun (üzerine) koyarlar. Semâvat ve arzda olanlar, hatta denizdeki balıklar âlim için istiğfar ederler. Âlimin âbid (ibâdet eden) üzerindeki üstünlüğü dolunaylı gecede ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, ne dinar ne dirhem miras bırakırlar, onlar ilmi miras bırakırlar. Kim de ilim elde ederse, bol bir nasib elde etmiştir.”1

Diğer bir hadiste de ilim talebeleri, her Müslüman için en büyük bir maksad ve en saadetli bir müjde olan şehidlik mertebesini kazanmakla müjdelenmişlerdir. “İlim tahsil eden bu hâlde iken eceli gelirse, şehid olarak vefat eder”2 Bu hadîs-i şerifin verdiği müjdeli haberin gerçekliği şâhid olunan çok hâdiselerle de tahakkuk etmiştir.

İlim talebesi olmanın faziletine işareten İmam-ı Şafiî gibi büyük zatlar “Talebe-i ulûmun hatta uykusu dahi ibadet sayılır”3 demişlerdir. Diğer bir rivayette yine İmam-ı Şafiî Hazretleri, “Hâlis talebe-i ulûmun rızkına, ben kefalet edebilirim demiş. Çünki rızıklarında genişlik ve bereket olur.”4 Bediüzzaman Hazretleri de Emirdağ Lâhikası isimli eserinde ilim talebelerinin geçimlerini temin etmek için çalıştıkları dünyevî işlerinin ibâdet hükmüne geçtiğini müjdelemektedir.

İMAN İLİMLERİ


Yalnız hak ve hakikati neşreden bütün ilimler, Alîm-i Mutlak olan Hak Teâlâ’nın nihâyetsiz ilminden gelmiş olmakla beraber “bütün ilimlerin esası, şahı, padişahı iman ilmidir.”5 İmanın büyüklüğüne işareten Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur: “Senin sayende bir adamın hidayete gelmesi, senin için üzerine güneşin doğup, battığı herşeyden daha hayırlıdır.”, “Yedi kat gökler ve yer terazinin bir kefesine Lâ ilâhe illallah kelimesi diğer kefesine konulsa Lâ ilâhe illallah ağır gelir.”

Bu konuda Bedîüzzaman Hazretleri de şöyle der: “Bütün ilimlerin ve marifetlerin (kıymetli bilgilerin) ve kemalât-ı insaniyenin (insana ait üstün sıfatların) en büyüğü imandır ve iman-ı tahkikîden (araştırma ve anlamaya dayanan imandan) gelen tafsilli ve bürhanlı (ayrıntılı ve delilli) marifet-i kudsiyedir. Diye ehl-i tahkik (araştırmacı âlimler) ittifak etmişler.”6 “Mahiyet ve istidad (aslı ve kabiliyeti) itibariyle herşey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin (hakiki ilimlerin) esası ve madeni ve nuru ve ruhu; marifetullahtır (Allah’ı tanımak) ve onun üss-ülesası da iman-ı billahtır. (Allah’a iman etmektir)”7

Elbette bütün hakikatlerin ve güzellik ve mükemmelliklerin kaynağı olan ve insana ebedî bir saadet ve tükenmez hazineler kazandıran Alahü Teâlâ’ya iman; ve imanın diğer esasları hakkındaki ilimler, ilimlerin en büyüğü, en şereflisidir. Bu sebebledir ki Taftazânî gibi büyük İslâm âlimleri iman ilimlerini ders veren ilm-i kelâm veya akâid ilmine “eşref-ül ulûm” yani ilimlerin en şereflisi ünvanını vermişlerdir. İmam-ı Azam hazretleri de iman esaslarını ders veren meşhur risâlesine “fıkh-ı ekber” yani en büyük fıkıh namını takmıştır.

RİSÂLE-İ NUR İMAN İLMİNİ DERS VERİYOR

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, kendisine ihsan olunan ve asrımızın Kur’ân tefsiri olup bütün mühim Kur’ân ve iman hakikatlerini ders veren ve o hakikatleri en inatçı ehl-i küfre karşı da kuvvetli delillerle isbat eden Risâle-i Nur Külliyatının iman ilimlerine yaptığı hizmet hakkında şunları söyler: “İlim iki kısımdır: Bir nevi ilim var ki, bir defa bilinse ve bir-iki defa düşünülse kâfi gelir. Diğer bir kısmı, ekmek gibi, su gibi her vakit insan onu düşünmeye muhtaç olur. Bir defa anladım, yeter diyemez. İşte ulûm-u imaniye (iman ilimleri) bu kısımdandır. Elinizdeki Sözler (risâleler) ekseriyet itibariyle inşâallah o cümledendir.”8 “Risâle-i Nur ibadet yerinde, ilim içinde hakikata bir yol açmış; sülûk ve evrad yerinde, mantıkî bürhanlarla (delillerle) ilmî hüccetler (deliller) içinde hakikat-ül hakaika yol açmış; ve ilm-i tasavvuf ve tarîkat yerinde, doğrudan doğruya İlm-i Kelâm içinde ve İlm-i Akide ve Usûl-üd Din (iman ilimleri) içinde bir velayet-i kübra (en büyük velilik) yolunu açmış.”9 “Kat’î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur’dadır. Evet onbeş sene yerine, onbeş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir, iman-ı hakikîye îsal eder (ulaştırır).”10

NUR TALEBELERİ TALEBE-İ ULÛM SINIFINA DAHİLDİR


Yukarıda geçtiği vecihle madem Nur Risâleleri en mühim iman ve Kur’ân hakikatlerini ve bilhassa eşref-ul ulum olan iman ilimlerini bu asırda ortaya çıkan imansızlık hastalıklarına şifa olacak derecede kuvvetli izahlarla ders veriyor; elbette ihlasla ona talebe olup ders alanlar ilim talebelerinin sevap ve faziletlerine nail olurlar. Bu noktada Nur Talebelerine şöyle müjdeler verilmektedir: “Hâlis talebe-i ulûm ünvanına Risâle-i Nur şakirdleri (talebeleri) bu zamanda tam liyakat göstermişler.”11

“Her bir adam eğer hanesinde dört-beş çoluk çocuğu bulunsa kendi hanesini bir küçük Medrese-i Nuriyeye çevirsin. Eğer yoksa, yalnız ise, çok alâkadar komşularından üç-dört zât birleşsin ve bu heyet bulundukları haneyi küçük bir Medrese-i Nuriye ittihaz etsin (edinsin). Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş-on dakika dahi olsa Risale-i Nur’u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir mikdar meşgul olsalar, hakikî talebe-i ulûmun (ilim talebelerinin) sevablarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, İhlâs Risâlesi’nde yazılan beş nevi ibâdete de mazhar olurlar.”12

“Cenâb-ı Erhamürrâhimîn’e hadsiz şükür olsun ki; bu acib zamanda ve garib yerde, talebe-i ulûmun kıymetli şerefini ve ehemmiyetli hizmetlerini kazanmayı sizler vasıtasıyla bizlere de müyesser eyledi…. İşte bu vakıaya (ilim talebesinin şehid olarak vefat ederek kendini medresede zannetmesi vakıasına) muvafık (uygun) olarak ben merhum Hâfız Ali’yi aynen hayattaki gibi Risale-i Nur’la meşgul olarak en yüksek bir ilimde çalışan bir talebe-i ulûm vaziyetinde ve tam şehidler mertebesinde ve tarz-ı hayatlarında biliyorum.”13

Yüce Mevlâmızdan niyazımız o ki; bizleri de huzuruna ilim talebesi olmak şerefiyle alsın. Âmin.


İlim talebesi olmanın faziletine işareten İmam-ı Şafiî gibi büyük zatlar “Talebe-i ulûmun hatta uykusu dahi ibadet sayılır” demişlerdir. Diğer bir rivayette yine İmam-ı Şafiî Hazretleri, “Hâlis talebe-i ulûmun rızkına, ben kefalet edebilirim demiş. Çünki rızıklarında genişlik ve bereket olur.”

1. Ebû Dâvud, Tirmizî, İbni Mâce
2. Bezzar, Taberani
3. Şualar, 374
4. Kastamonu Lâhikası, 131
5. Konferans
6. Sikke-i Tasdik-i Gaybî, 213
7. Sözler, 106
8. Barla Lâhikası, 167
9. Emirdağ Lâhikası-I, 60
10. Kastamonu Lâhikası, 49
11. Kastamonu Lâhikası, 131
12. Emirdağ Lâhikası-II, 267
13. Şualar, 394

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder