SELAMUN ALEYKÜM

İnşaallah istifadeye medar olur!!!!!!

27 Temmuz 2010 Salı

Melâike Bir Ümmettir; Şeriat-ı Fıtriye İle Memurdur/Lemaat Tahlilleri (10)


1-Melâike Bir Ümmettir; Şeriat-ı Fıtriye İle Memurdur

1- Nasıl ki Müslümanlar bir ümmettir ve İslâm şeriatını yaşamak ile emir olunmuşlardır; öyle de melekler de fıtri şeriatı, yani yaratılış kanunlarını uygulamakla vazifelendirilmişlerdir.



2- Şeriat-ı İlahî ikidir. Hem iki sıfattan gelmiş, iki insan muhatab, hem de mükellef olmuş.



2- Çünkü Allah’ın iki çeşit şeriatı yani kanun düzeni vadır. Bu iki şeriatın kaynağı ise Allah’ın sübûtî sıfatlarından iki farklı sıfatıdır.



Biri büyük biri küçük iki insan, bu iki şeriatın muhatap ve sorumlusudur.



3- Sıfat-ı iradeden gelen şer’-i tekvinî, insan-ı ekber olan âlemin ahvalini, hem de harekâtını ki ihtiyarî değil, tanzim eden şer’dir o meşiet-i Rabbanî. (Allah’ın dilemesi)



3- O sıfatlardan birincisi Allah’ın irade, yani dileme sıfatıdır. Onun tecellisi olan şeriata, şer’-i tekvini ya da şeriat-i fıtriye yani yaratılış kanunları denir. Allahu Teala âlemin ve varlıkların yaratılışının bir düzen üzere olmasını dilemiştir. Fizik, kimya, biyoloji, astronomi gibi fen bilimlerinin tespit ettikleri kanunlar, Yüce Allah’ın yaradılışa düzen vermek için irade ettiği ve uyguladığı kanunlardır. Her şeyi yaratan Allah’tır. O kanunlar sadece Rabbimizin nasıl bir yaratma tarzı takip ettiğini ifade ederler. Şu koca kâinat adeta büyük bir insan hükmünde yaratılmıştır. İnsanda bulunan bütün özelliklerin asılları âlemde vardır. İşte bu büyük insan olan âlemin de tâbi olduğu bir şeriat vardır. Fakat bu şeriat âlemde muhakkak surette uygulanır. Yaratılmışların halleri ve hareketleri ona göre düzene girer. Bu kanunlara uymakta varlıkların bir seçme şansı yoktur. Mesela her doğan ölür. Bu bir yaratılış kanunudur. Bu konuda hiçbir kimsenin bir tercih şansı yoktur. Ya da su yüz derecede kaynar. Kimse ben elli derecede kaynamasını istiyorum deme hakkına sahip değildir. Çünkü bu kadar geniş bir âlemde ve bu kadar hassas ölçülerle kurulan bir düzende Allah’tan başkasının yaratılışa parmak karıştırması mümkün olsa idi düzen alt üst olurdu. “Semada ve arzda Allah’tan başka bir ilah olsaydı ikisi de muhakkak bozulurdu” (Enbiyâ, 22) mealindeki ayet-i kerime düzene ikinci bir parmağın karışmadığına işaret eder.



4- Yanlış bir ıstılahla tabiat da denilir.



4- Aslında bütün âlemde kurulu bu ilâhî düzenin adının şeriat-i fıtriye, yani yaratılış şeriatı olması daha doğrudur. Ama maalesef yanlış olarak pek çok insanın dilinde “tabiat kanunları” tabiri yerleşmiştir. Hâlbuki bu tabir, bu düzenin sanki tabii olarak, yani kendiliğinden ortaya çıktığı gibi bir anlama gelmektedir. Bir odanın düzeni bile kendiliğinden ortaya çıkmazken bütün kâinatın sonsuz düzenleri hiç kendiliğinden ortaya çıkar mı?



5- Sıfat-ı kelâmından gelen şeriat ise, âlem-i asgar (küçük âlem) olan insanın ef’âlini (fiillerini), ki ihtiyarî olmuş, tanzim eden şer’dir. İki şer’ bir yerde bazan eder içtima’.



5- İkinci şeriatin kaynağı ise Allah’ın kelâm, yani konuşma sıfatıdır. Allah kelâm sıfatının bir tecellisi olarak semavî kitaplar indirmiş ve insanlara hitâb etmiştir. Büyük âlemde olan şeyler küçültülmüş mikdarlarda insanda bulunur. Adeta insan âlemden süzülmüş bir özdür. Bu yönden insan küçük bir âlem gibidir. İşte büyük âlemin tâbi kılındığı kurallar olduğu gibi küçük bir âlem olan insanın da tâbi olması gereken kurallar vardır. Allah’ın kelâm sıfatından gelen ve insanların yaşayışlarını düzenleyen bu kanun ve kurallara İslâm şeriatı diyoruz. Yalnız insan bu dünyada imtihan olunduğu için ona bir seçme hakkı tanınmıştır. Yani dilerse bu düzene uyar, dilemezse uymaz. Uyanlar kazanın. Uymayanlar kaybeder. Yaratılış şeriatında ise böle bir tercih şansı yoktur. Bazen bu iki şeriatın kanunları birleşir. Yani İslâm şeriatının emir ve yasakları kâinatta cârî olan bu kanunlara uygun bir şekilde gelmiştir. Mesela Allah şeriat-i fıtriyesi ile yaratırken tertemiz ve ölçülü ve israfsız yarattığı gibi İslâm şeriatiyla da insanların temiz, ölçülü ve iktisadlı olmasını emr eder. Bu iki şeriatin birbirine uyumunu Üstad Bediüzzaman 30. Lem’ada şu satırlarla izah eder.

“Evet hiçbir şeyde israf olmadığı gibi, hiçbir şeyde de hakikî zulüm ve mizansızlık (ölçüsüzlük) yoktur. Ve İsm-i Kuddüs’ün cilve-i a’zamından gelen tanzif ve nezafet (temizlik), bütün kâinatın mevcudatını temizliyor, güzelleştiriyor. Beşerin bulaşık eli karışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor.

İşte hakaik-i Kur’âniyeden ve desatir-i İslâmiyeden olan “adalet, iktisad, nezafet” hayat-ı beşeriyede ne derece esaslı birer düstur olduğunu anla. Ve ahkâm-ı Kur’âniye (Kur’ân’ın hükümleri) ne derece kâinatla alâkadar ve kâinat içine kök salmış ve sarmış bulunduğunu ve o hakaikı bozmak, kâinatı bozmak ve suretini değiştirmek gibi mümkün olmadığını bil.”



6- Melâike-i İlahî, bir ümmet-i azîme, hem bir cünd-ü Sübhanî (dir). Birinci şer’a olmuş hamele-i mümtesil, amele-i mümessil.



6- Allah’ın melekleri ise büyük bir ümmet ve ilâhî bir ordudur. İnsanlar bahsi geçen ikinci şeriatın uygulayıcıları oldukları gibi melekler de kâinatta câri olan kanunların uygulayıcılarıdırlar. O şeriatin ameleleri hükmündedirler. Mesela Peygamber Efendimiz (sav) “Her bir yağmur tanesini yeryüzüne bir melek indirir” buyurmakla meleklerin yağmur yağmasında ve yağmurun bağlı olduğu kanunların uygulanmasında vazifelerine işaret etmiştir. Yalnız burada şuna dikkat etmek gerekir: Melekler de kâinattaki diğer sebepler gibi Allah’ın yaratmasında rol almış zâhirî birer sebeptirler. Hakiki manada yaratmak Allah’a mahsustur.



7- Hem onlardan bir kısmı ibad-ı müsebbihtir. Bir kısmı da müstağrak, arşın mukarrebîni.



7- Meleklerin diğer bir kısmı ise Allah’ı zikir ve tesbih eden kullardır. Yaptıkları iş sadece ibadet etmektir. Mukarrebûn denilen diğer bir kısım makamca yüksek ve Arşa yakın olan melekler ise Allah’tan gelen çok yüce feyizlere dalmış ve âdeta kendilerinden geçmiş durumdadırlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder