SELAMUN ALEYKÜM

İnşaallah istifadeye medar olur!!!!!!

27 Temmuz 2010 Salı

Aile ve Toplumun Nizamını Kuran Kur’ân



Kâinatın mükemmel işleyen nizamı içerisinde, o düzene ayak uyduramayıp yeryüzünde bozgunculuk çıkaran insanoğlu, en aşağı davranışlar içindeyken; Rabbimiz âcizlerin hürmetine, sessiz edilen duâların hürmetine, nice temiz ruhların hürmetine… Ve en evvel Efendimiz Hz. Muhammed (asm)’in nurunun, muhabbetinin yüzü suyu hürmetine 18 bin âlemi nurlandıracak Kur’ân-ı Azimüşşan’ı nâzil eyledi. Karanlıklar içinde çırpınan ruhlar Kur’ân’ın nuruyla ışık buldu. Yokluğa, hiçliğe yuvarlanan hayatlar, onun nuruyla varlık âleminde Muhammedî güller açmaya başladı.

Kur’ân-ı Kerim âyet âyet inerken yeryüzüne, feryat içinde bulunan insanların yüreklerini dantelâ gibi nakış nakış işledi her âyet. Hayatın anlamı, varlık âlemi, ölüm ve sonraki hayat, Kur’ân’ın hakîkatleriyle meçhul dehlizlerinden çıkıp gerçek anlamını bulmuştu. Kalpler vahşet hissi yerine, ünsiyet ve dostluk hisleri ile dolmuştu.

Peygamber Efendimiz Kur’ân-ı Kerim’in her âyetini, her sırrını aynadaki yansıma misali üzerinde taşımıştır. O mucize Kitap âyet âyet inerken insanlığa; her sahâbe de, o âyetleri hayatlarına geçirmeyi ve yaşamayı düstur edinmişlerdi. Onların her biri sanki yeryüzünde yürüyen, ayaklı âyetler topluluğuydu.

Vahşî âdetlerin bulunduğu, acımasızlıkların, karanlıkların çağı olan Câhiliye dönemini saâdet asrına çeviren o nur, yeryüzüne ineli 14 asır geçti. Çağımız 21. yüzyılın içerisindeyken âhirzamanı yaşayan bu ümmet, o mucizenin nuruna her zamankinden çok daha muhtaç… Bizler madem bu âhirzamanda dünyaya gelen ümmetleriz. Tüm asırlarda yaşayan insanlardan daha fazla, Kur’ân-ı Kerim’e var gücümüzle sarılmaya onu hayatımızın baş tacı yapmaya ve o mucizevî hakîkatleri hayatımıza rehber edinmeye muhtaç ve mecburuz.

Peygamber Efendimiz (asm) hadis-i şeriflerinde “Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir” buyurmuştur. Kur’ân-ı Kerim’i başta kendimiz öğrenmeli ve her gün gözün nuru olan harfleriyle ve hakîkatleriyle haşır neşir olup beş sayfa dahi olsa okumalıyız.

Burada asıl belirtilmesi gereken mesele; Evet, Kur’ân-ı Kerim’i yüzünden, Arapça olarak öğrenmek ve okumak sevaptır. Tirmizî’nin nakline göre “Kur’ân-ı Kerim’den bir harf okuyana bile bir sevap vardır. Her hasene on misliyle kayda geçer”. Lâkin bunun yanında Kur’ân-ı Kerim’in mânâsını da okumalıdır. Kur’ân’ın hakîkatlerini hayatımıza, yaşantımıza her hareketimize düstur edinmektir. Âhirzaman ümmeti olan biz Müslümanlar, Kur’ân’ı sâdece okunması gereken bir kitap olarak görmemeliyiz. Nasıl ki; sahâbeler Kur’ânî bir hayat yaşamışlardı. Peygamber Efendimiz (asm) ise o sahabelerin her birinin bir yıldız olduğunu ve onları yol gösterici edinmemizi buyuruyor. Öyle ise bizler de sâdece dilimizle değil ömrümüzle de Kur’ân’ı yaşamalıyız. Görünen zahirî mânâsından ziyâde hakîkî mânâsına, batınına bakmalı, onu görmeliyiz.

Hz. Aişe vâlidemize bir gün Peygamber Efendimizin ahlâkı sorulur, O ise: “Siz hiç Kur’ân okumuyor musunuz? Onun ahlâkı Kur’ân’dı” buyuruyor. Nasıl ki Peygamber Efendimiz (asm) yaşayan bir Kur’ân’dır. Bizler mâdem Hz. Muhammed (asm)’in ümmetiyiz ve bu dünyada ve âhirette mutlu huzurlu yaşanılası bir hayat istiyoruz, o zaman O Habib’in yolundan gitmeli, O’nun hayatının inceliklerine bakmalı ve ona göre yaşamalıyız. Peygamber Efendimiz (asm)’in hayatını anlamayan bir insan Kur’ân’ı da tam anlayabilmiş değildir, yarım demektir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de geçen hakîkatleri Peygamber Efendimiz (asm) pratiğe uyarlamış ve bizzat yaşamıştır.

Bizler de, O’nun (asm) hayatını örnek alarak Kur’ânî bir hayat yaşayabiliriz. Ebeveynler olarak eğer bu düsturları hayatımıza tatbik edebilirsek, çocuklarımız da o nurun ışığı altında yaşayabilirler. Çünkü bir çocuğun ahlâk gelişimi ve eğitimi anne karnında, hatta anne ve babanın büluğ çağına girdiği andan itibaren başlar. Anne karnında tüm sesleri algılayan bebek, daha doğmadan Kur’ân sesini dinlerse ona aşina olur ve bilinçaltına yerleşir. Bunun yanında özellikle anne, hamilelik dönemindeki davranışları ve hisleri bebeği etkilediği bilinmektedir. Eğer anne baba tam olarak Kur’ânî bir hayat yaşamamışsa çocuğunu eğitmekte de bir o kadar geç kalmış demektir.

Evet, çocuğun durumuna göre en uygun olan yaş ne ise, o yaşa uygun yöntemlerle din eğitimi verilmelidir. Belçikalı Psikolog Antonie Vergate “Din Psikolojisi” adlı eserinde ; “4. yaşın, dinî dünyaya ilginin altın yaşı olduğunu söyler”. Bu nedenle 3-6 yaş dönemi arası farklı aktivitelerle sevdirerek din eğitimi vermenin en güzel vakitleridir. Eğer kendimizi yetersiz görüyorsak, ilim ve ahlâkça daha üstün gördüğümüz insanlardan yardım talep etmek en doğrusudur. Tabî bu öğrenme sürecinde öğreten rolündeki kişi de çok önemlidir. Çünkü en değerli hazinenizi emânet etmektesiniz. Hem de çok ince ve önemli bir hakîkat için… Hatta öğreticinin yanlış bir hareketi, sözü çocuğumuzun dine dâir her şeyden soğumasına sebep dahi olabilir. Bu sebepten dolayı çocuğumuzun öğrenme zamanına ve öğretici kişiye dikkat etmeli, seçici davranmalıyız. Çocuklar göründüklerinden daha ince yapıya sâhiptirler. Belki bedenleri küçük görünür, lâkin ruhları ve yürekleri büyüktür. Onlara, öğretici konumundaki insan şefkatle yaklaşmalı, onu sıkmadan eğlendirerek öğretmeli ve asla karşısındaki çocuğun bir birey olduğunu unutmamalıdır.

Ku’rân-ı Kerim’i yavrumuza öğreten kişinin sâdece harfleri, harekeleri öğretmekle kalmamalı; çocuğa Kur’ân’ın mâhiyetini anlayacağı şekilde anlatmalı. Yavrumuza öğreten kişi ona insanlığın kurtuluşuna vesile için gönderilen kitap olan Kur’ân’ı okumayı öğretmenin yanında kâinat Kur’ân’ını okumayı da öğretmeli, tefekkür kâbiliyeti kazandırılarak, insanoğlunun yaşarken düşünmesi gerektiğini anlatıp ufkunu Kur’ânî bir nurla aydınlatmalı. Ona Kur’ân’ı okumayı öğretirken onu en güzel şekilde hayatına düstur edinen Efendimiz (asm)’in de hayatını okumayı öğretmeli. Bu öğrenim siyer kitaplarındaki bilgilerden ziyâde, yüreğiyle Efendimiz (asm)’in hayatını okumanın yolunu açmalı, öğretmeli ve pusulasını göstermeli. Ve ancak, bu yol takip edilerek çocuğumuz Kur’ân ahlâkını kazanabilir.

Aslında baş vazifemizi yapıp kendimizi donatsak, bir anne baba olarak Kur’ânî bir hayatı yaşayabilsek, yavrumuza hem hâl diliyle hem de fiiliyatla hayattaki en güzel ve en doğru öğreticileri bizden başkası olamaz. Çünkü onun dilinden anlayan ve onlara bizim kadar şefkat gösteren başkası olamaz. Ve hayatın hemen hemen her safhasında biz onların yanında olduğumuzdan onların yaşadıkları olaylarda, hemen Cenâb-ı Hak’la bir bağlantı kurup, güzel bir tefekkür zemini oluşturabiliriz. Kur’ân’ın ilk emrinin “Oku!” olduğunu, bu sebeple baktığımız her şeyde bizi Allah’a (cc) ulaştıran güzellikleri gösterip, onlara okutabiliriz. Başka bir örnek ise; Cemâatle kılınan namazlarda âyetler sesli okunduğundan siz hiçbir çaba sarf etmeden, onlar oyunlarıyla meşgulken, sûreleri ezberleyebilirler. Bu örnekler gösteriyor ki; bizlerin Kur’ân hakîkatleriyle dolu bir hayatımız olmalıdır. Kur’ânî bir ahlâkla ancak şerefli bir yaşantı olabileceğinin bilincine varmalarını sağlamalıyız. Ve onlara Kur’ânî bir hayatı biz sunmalıyız.

Asıl mesele ise; daha anne ve baba olmadan Kur’ân-ı Kerim’i ve Peygamber Efendimizin (asm) hayatını tam mânâsı ve hakîkatiyle anlayıp hayatımıza geçirip, o iki nura da sımsıkı sarılıp, hayatımızı o iki emânete uyarak rayına oturtmalıyız. Bu minval üzere yaşamalı ve anne baba sorumluluğuna öyle girmeliyiz. Eğer bizler bu şekilde yani Kur’ân-ı Kerim ve sünnet-i seniyye ışığında yaşayabilirsek bizden sonraki nesil, ancak o zaman Kur’ânî bir hayat yaşayabilir. Nasıl ki; bizler geçmiş nesillerin aynası ve mirasıysak, bizlerin evlatları da yarın bizlerin aynası ve mirasçısıdır. Nasıl bir miras bırakmak istiyorsak hayatımızı ona göre çizmeli ve yaşamalıyız…

Kur’ân nuruyla aydınlanan nesiller temennisiyle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder