SELAMUN ALEYKÜM
İnşaallah istifadeye medar olur!!!!!!
27 Temmuz 2010 Salı
Gönüller üzerine kurulan İrfan Mektebi
Bir Nur Talebesinin imanı şayan-ı hayret derecedir. Talebelerinin iman karşısında hayatının bile hiç kıymeti yoktur. Bunların bütün gayeleri iman ve irfandır. Zira hiçbir ihtirasları yoktur. En yüksek ahlak ve fazilet sahibidirler. Ferâiz-i İlâhiyeyi ifaya son derece itina ederler. Menâhiden katiyen ictinab ederler. Çok çalışkandırlar. Hayatlarını ve maişetlerini kendileri kazanırlar. Büyük feragat sahibidirler. Din ve iman yolunda hiçbir fedakârlıktan geri durmazlar. Üstadlarını hakikat ve irfan hususunda dahi-i zaman addederler.
Eşref Edip 1882’de Serez’de doğdu. Babası İslâm Ağa, annesi Nefise Hanım’dır. Eşref Edip, kamuoyunda gazeteci kimliğiyle, daha çok Sırat-ı Müstakim ve sonraki adıyla Sebilürreşad’ın sahibi olarak bilinir. Eşref Edip, Mehmed Akif’in Anadolu’da yaptığı vaazları yayımlayarak millî şuurun uyanmasına ve yayılmasına yardımcı oldu. Eşref Edip’in Üstad Bediüzzaman’la alâkalı olarak neşredilmiş üç tane kitabı vardır: Risale-i Nur Müellifi Said Nur ve Nurculuk (1952), Bediüzzaman Said Nur ve Nurculuk, Tenkid, Tahlil (1963), Risale-i Nur Muarızı Yazarların İsnatları Hakkında İlmî Bir Tahlil (1965). Bunların dışında Sebilürreşad, Yeni İstiklâl, Bugün, Sabah ve İttihad gazetelerinde Üstad Bediüzzaman’la alâkalı araştırma ve yazıları neşredildi. Eşref Edip Aralık 1971’de vefat etti ve Edirnekapı Şehitliği’ne defnedildi.
İrfan Mektebi’ni Risâle-i Nur Üniversitesi’nin bir meyvesi, bir yayını, bir eğitim tarzı olarak görüyoruz. Bu vesile ile İrfan Mektebi’nin aslı olan Risâle-i Nur Üniversitesi hakkında 1950’lerde Eşref Edib (Fergan) tarafından kaleme alınıp Sebilü’r-Reşad gazetesinde ve üniversiteli genç talebelerin hazırladığı Tarihçe-i Hayat’a derc edilen makalenin bazı kısımlarını alıntılayarak İrfan Mektebi okurlarının nazar ve fikirlerine arz ediyorum.
Eşref Edib’in “Bediuzzaman Üstad Said Nursî Hazretleri” başlıklı yazısı..
“Şöhreti memleketimizin her tarafını kaplayan bu zat hakkında birçok mektuplar alıyoruz. Hayatına, meslek ve meşrebine dair malumat isteniyor. Muhtelif halk tabakaları arasında şayan-ı hayret derecede kuvvetli bir rabıta husule getirmesinin sırrı nedir? Bu bir tarikat mıdır? Bir cemiyet midir? Yoksa siyasi bir teşekkül müdür? Diyorlar.
Gerek idarî gerek adlî bu hususta çok takipler yapıldı. Derin tahkikler, uzun ve müteselsil muhakemeler cereyan etti. Ne cemiyet ne tarikat ne de siyasi bir teşekkül olduğu hakkında hiçbir neticeye varılamadı. En küçük bir delil bile elde edilemedi. Çünkü bir tarikat değil, bir cemiyet değil, siyasi bir teşekkül ise asla değil.
O halde nedir? Müddeî umumînin (savcının) ifadesine göre memlekette lâakal beş yüz bin kişi nasıl olmuş da bu zatın etrafında toplanmış ve bu aded günden güne neden artıyor?
Ortada mesuliyeti mûcib, kanuna aykırı hiçbir şey yok. Yalnız bir Risâle-i Nur var. Bu Risâleler matbû değil. Fakat el yazısıyla yüzlerle, binlerle nüshaları etrafa dağıtılıyor. Bu Risâleler toplatıldı. Mahkeme marifetiyle ehl-i vukuflara tedkik ettirildi. Bunlarda da kanuna aykırı hiçbir şey görülmedi. Mahkeme kararıyla teeyyüd eden bu hakîkat kaziye-i mahkeme haline geldi.
Bunun üzerine artık bu Risâleler alabildiğine çoğaldı. Yüz otuz parçadan ibaret olan bu Risâlelerden bir kısmı yüzlerle sahife teşekkül eder. Bazısı makaleler şeklindedir. Bazısı da bir kitap halindedir. Beş yüz sahifeden fazla olanları da vardır.
Eski harflerle kitap tabı kanunen memnu olduğu için bu Risâleler el yazısı ile mütemadiyen istinsah olunur. İşini gücünü terk edip hayatını buna vakfedenler var. Kur’ân-ı Kerim’i yazan hattatlar gibi, Nur Risâlelerini istinsah edenler de o derece ecir ve sevaba nail olduklarını itikad ederler. Hem kimde Nur Risâlelerine kalbî bir temayül his ettiler mi derhal yazma bir nüshasını ona yazmak için verirler.
İşte ortada bu Risâlelerden başka hiçbir şey yok. Ne tarikat var, ne cemiyet var, ne de siyasi bir parti var. Yalnız arada dönen bu üç kelime vardır. Üstad, talebe, Risâle-i Nur. Said Nursi Üstaddır. Risâle-i Nur’u okuyanlar da talebedir. Risâle-i Nur talebelerinin bütün gayeleri imanı muhafazadır. Bunların en büyük şiarları siyasetle meşgul olmamalarıdır. Ama zahiren böyle görünüp gizli bir takım siyasi fikirler taşımak değil. Çünkü Üstadlarının en birinci nasihati Risâle-i Nur talebelerinin siyasetle meşgul olmamalarıdır. Üstadın kendisi de katiyen siyasetle meşgul olmaz. İnziva halinde yaşar. Zaruretsiz hiç kimseyle temas etmez. Gazete bile okumaz. Maddî hayatında her gün bir kap yemekten başka yemek yemez. Çok zamanlar ekmeğini suya batırır yer, geceyi yalnız geçirir. Gece gündüz ibadetle nurlarla meşgul olur. Yanında Kur’ân ve nurlarından başka da hiçbir kitap yoktur. Bütün ilhamlarını Kur’ân’dan alır. Yazı da yazmaz. Dikte eder talebeleri yazar. Hapishanede tecrit edildiği kimseyle görüşmediği halde nurları yazılıp intişar eder.
Bir Nur Talebesinin imanı şayan-ı hayret derecedir. Talebelerinin iman karşısında hayatının bile hiç kıymeti yoktur. Bunların bütün gayeleri iman ve irfandır. Zira hiçbir ihtirasları yoktur. En yüksek ahlak ve fazilet sahibidirler. Ferâiz-i İlâhiyeyi ifaya son derece itina ederler. Menâhiden katiyen ictinab ederler. Çok çalışkandırlar. Hayatlarını ve maişetlerini kendileri kazanırlar. Büyük feragat sahibidirler. Din ve iman yolunda hiçbir fedakârlıktan geri durmazlar. Üstadlarını hakikat ve irfan hususunda dahi-i zaman addederler. Komünizm ve masonluğu imana musallat olan iki büyük ejder olarak kabul ederler. Yeryüzünde imansızlığı yerleştiren ve yayan bu iki teşekküldür derler. İman hudutlarını bu çetelerin taarruzlarından kurtarmak her mümin için en birinci farzdır derler. Müsbet hareket ettikleri ve dünyaya zaruretsiz bakmadıkları için münakaşa ve mücadele etmezler. Acaba bu komünizm ve masonluğa karşı mukabil bir teşekkülat mıdır? Bunlar teşekkülat bilmezler. Öyle şeylerle meşgul olmazlar. Üstadları olan Risâle-i Nur’un nasihatine bütün varlıklarıyla merbutturlar. Cemiyet, siyaset şiddetle yasak, yalnız iman ve din…
Nur Risâlelerinin hedefi imanı kurtarmak, kalblere İlahî irfanı yerleştirmektir. Başka şey bilmezler. Hatta düşünmezler bile. Bunların hepsi de münevverdirler. Hatta üniversitenin muhtelif şubelerine devam edenler bu iman ve irfanın en baş talebeleridir. Zaten Nur Risâleleri ilmî ve hakikat felsefesinin meseleleridir.
Nur Talebelerinin imanı irfana müsteneddir. Fakat bu iman kuru bir iman değil. İrfan üzerine kurulan bir imandır. Bunlar cehaletin en büyük düşmanıdırlar. Cehle müstened iman onlarca çok makbul değildir. İlim ve irfan temelleri üzerine kurulan iman mükemmel imandır derler. Bu itibarla buna bir mekteb, bir okul desek daha münasib olur. Belki de en doğrusu budur. Mademki tarikat değil, cemiyet değil, parti değil. O halde iman ve irfan mektebi demek münasib olmaz mı? Zan ederim doğrusu da budur.
Bu iman ve irfan mektebinin binası, programı, teşkilatı, tahsisatı, idaresi, merkezi, şubesi, amiri, memuru, hiçbir şeyi yoktur. Hiçbir kayda tabi değildir. Gönüller üzerine kurulmuş bir müessesedir. Zamanla mekânla mukayyed değildir. Hududu yoktur. Bu mektebin yaldız bir kitabı vardır. O da Kur’ân’dır. Bütün ilhamları bu kitabındandır. Bu kitap bitmez tükenmez bir irfan hazinesidir. Gelmiş, gelen ve gelecek olan bütün asırları doyurmasına bu hazine yeter. Nur Risâleleri bu hazinenin damlalarıdır. Kalbinde iman ve irfan olan her mü’min bu mektebin talebesidir. Hiç kimseden izin almadan hiçbir kayda tabi olmadan bu mektebe girebilirler. Çünkü bütün mü’minler bu mektebin tabii talebesidir. Nur Risâleleri birer derstir. Onları isterse kendisi istinsah eder, isterse ve fakirse hazır yazılmış olarak kendisine hediye edilir. Okur, istidadı nisbetinde hazzını alır. Artık o vicdanıyla, kalbiyle, ruhuyla baş başadır.
Said Nursî çok yüksek bir zekâ ve irfan sahibi imandan ibaret bir varlık olup mü’minler için bir iman ve irfan mektebine ihtiyaç duymuş. Kalbleri dalâlet eşkıyasının taarruzlarından koruyacak bir üniversite açmış. Bunu gönüller üzerine kurmuş. Temelleri dünyalar durdukça yıkılmasın. Sapa sağlam yaşasın.
İşte Said Nursî mektebinin Said Nursî üniversitesinin mahiyeti bence budur. Bunu anlamayan devr-i sabık bundan ne kadar korktu. Ne kadar halecanlar geçirdi. Bunu bertaraf etmek için belki ikinci bir Menemen bile düşündü. Buna bir irtica damgası vurmak için çok çalıştı. Fakat muvaffak olamadı. Boş yere hem kendini üzdü. Hem bu mübarek, bu muhterem zatı türlü türlü sıkıntılara maruz bıraktı. Hapishanelerde ömrünü çürüttü. Hapishaneler de bile ihtilattan men edildi.
Netice ne oldu? Müddeî umumînin ifadesine göre, lâakal beş yüz bin talebe Anadolu’nun her tarafına yayıldı. Talebelerinin her biri işiyle, gücüyle, dersiyle meşgul; kanuna aykırı en ufak bir şey bile yok. Gönüller üzerine kurulan bu mektebin kapanmasına artık imkân ve ihtimal yok.”
Evet, Eşref Edib’in yazısı burada tamam oldu.
Cenâb-ı Hakk’tan niyazımız o ki: Bizleri İrfan Mektebi olan Risâle-i Nur Üniversitesi’ne hakkıyla talebe olmayı nasib eylesin. Bu vesileyle iman ve ilim ve İrfan Mektebi’nden kana kana feyzdâr olmayı, hem bize hem akraba ve ahbabımıza lütuf buyursun.
Mademki tarikat değil, cemiyet değil, parti değil. O halde iman ve irfan mektebi demek münasib olmaz mı? Zan ederim doğrusu da budur.
Said Nursi Üstaddır. Risâle-i Nur’u okuyanlar da talebedir. Risâle-i Nur talebelerinin bütün gayeleri imanı muhafazadır. Bunların en büyük şiarları siyasetle meşgul olmamalarıdır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder