SELAMUN ALEYKÜM

İnşaallah istifadeye medar olur!!!!!!

27 Temmuz 2010 Salı

Irkçılığın zararları


Nasıl ki aç canavarı sevmek onun merhametini kazanmak değil; bilakis onun iştahını açar. Seven kişiyi parçalar, yer. Sonra da dişlerinin ve tırnaklarının kirasını istediği gibi bu milletleri parçalayıp yiyen zâlim güçler de dişlerinin ve tırnaklarının kira bedeli olarak o memleketlerin gelir kaynaklarına el koyuyorlar.

Câhiliye denilen müşriklere ve kâfirlere ait ırkçılık, birbirine dayanıp yardım eden gaflet, dalâlet, riyakârlık ve zulümden yoğrularak oluşturulmuş bir macundur. Bunun için milliyetçiler, milliyeti ilâh kabul ediyorlar. Hamiyet-i İslâmiye denilen müsbet İslâmî milliyetçilik ise iman nurundan bütün âleme aksedip dalgalanan bir nurdur.

İslâmiyet ve insanlık, tarihte ırkçılıktan dolayı pek çok zarar görmüştür. Bu zararlardan ders almamız gerekir. Mesela Emevî Devleti ırkçılık fikrini siyasetlerine karıştırdıklarından hem âlem-i İslâmı küstürdüler, hem kendileri de çok felaket çektiler. Bilhassa 19. asırdan itibaren Avrupa’daki milletler ırkçılık fikrini çok ileri sürdüklerinden, Fransa ve Almanya’nın çok zararlı daimî düşmanlıklarını netice vermekle beraber, Birinci Dünya Savaşı’ndaki korkunç hâdiseler dahi menfî milliyetçiliğin insanlara ne kadar zararlı olduğunu gösterdi.

Aynı zamanda dessas ve aldatıcı İslâm düşmanları, bin seneden fazla İslâm milliyetçiliği ile birbirine bağlı olan Müslümanları mağlup edemedikleri halde, ancak aramıza ırkçılık ve nifak tohumlarını atmakla, yeryüzünün yarısına hâkim olan Müslümanları ve Osmanlı Devletini bölüp parçalayarak mağlup etmişlerdir. Halen de ırkçılık ve hizipçilik denilen bu tahribatçı silahı Müslümanlar arasında kullanmaktadırlar. Şu anda yaşanan bunun çok örnekleri vardır.

Sudan’daki kabileler ve umum Afrika’daki kabile ve devletler, Filistin’deki gruplar, Irak’taki ırklar ve mezhepler, Afganistan’daki hizipler vs. zâlim güçler hile ve aldatmakla, bu grupların ve milletlerin hepsini münâfıklıkla birbirine düşürerek aralarındaki katliâmlara sebep oluyorlar. Irz ve namus başta olmak üzere bütün mukaddesâtını ayaklar altına alıyorlar.

Nasıl ki aç canavarı sevmek onun merhametini kazanmak değil; bilakis onun iştahını açar. Seven kişiyi parçalar, yer. Sonra da dişlerinin ve tırnaklarının kirasını istediği gibi bu milletleri parçalayıp yiyen zâlim güçler de dişlerinin ve tırnaklarının kira bedeli olarak o memleketlerin gelir kaynaklarına el koyuyorlar. Acaba Müslüman bir grup veya millet, kendi kardeşi olan grup veya milletin sıkıntısından kurtulmak için bu canavar zâlimleri, nâmahremin girmemesi lazım gelen vatanına davet etmek mahiyetinde milliyetçilik veya hizipçilik yaparsa, kendi milletine ve memleketine o düşmanlardan daha büyük düşmanlık etmiş olmaz mı? Düşünen her Müslüman’ın, Irak’ın şu andaki halini göz önünde bulundurarak, bu soruya cevab bulması icap eder diye inanıyorum.

Peygamber Efendimiz ferman etmiş: “En hayırlınız kavmi günaha girmedikçe (İslâmiyeti yaşamaları için) onları müdafaa edendir.” (Ebû Dâvud)

Bu hadis-i şerifin ifade ettiği gibi bir milletin birlik ve beraberliğini muhafaza etmesi, hayırlı işlerde yardımlaşması, maddî ve manevî haklarını temin etmesi noktasında günahlardan ve zararlardan o milletin kurtulmasına çalışmak denilen İslâmi ölçülere uygun olan müsbet bir milliyetçiliği yapmak o toplumun hayatını devam ettirmek için gereken bir ihtiyaçtır. Fakat bu tarzda olan milliyetçilik İslâmiyeti muhafaza eden kale hükmünde olmalıdır ve ona hizmet etmelidir; İslâmiyet’in yerine geçmemelidir. Çünkü İslâmiyet’in kazandırdığı kardeşlik içinde binler kardeşlik ve fayda vardır. Kabir ve ahiret âleminde de o kardeşlik sonsuza kadar devam eder. Onun için milli kardeşlik hissi ne kadar kuvvetli de olsa İslâm kardeşliğinin bir perdesi hükmünde olabilir. Yoksa onu İslâmiyet’in yerine geçirmek o kalenin taşlarını içindeki elmas cevherlerin yerine koyup, o elmasları dışarı atmak gibi ahmakçasına bir divaneliktir.

“İşte, ey ehl-i Kur’ân olan şu vatanın evlâtları! Altı yüz sene değil, belki Abbasîler zamanından beri, bin senedir Kur’ân-ı Hakîmin bayraktarı olarak bütün cihana karşı meydan okuyup Kur’ân’ı ilân etmişsiniz. Milliyetinizi Kur’ân’a ve İslâmiyet’e kal’a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehâcümâtı (hücümları) def ettiniz.”

(Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki)Allah ileride(onların yerine) öyle bir kavim getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever.(o bahtiyar insanlar) mü’minlere karşı alçak gönüllü, (tahribatçı)kâfirlere karşı şiddetlidirler. Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir dil uzatanın kınamasından korkmazlar.) (Mâide Sûresi: 5, 54.)

Âyetin övdüğü kavim olmaya layık oldunuz. Şimdi Avrupa’nın ve Avrupalı gibi bu milletin ahlâkını bozmaya çalışan münafıkların hilelerine uyup şu âyetin başındaki tehdide maruz kalan bir millet olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız.

Dikkat çeken bir durumdur ki, Türk milleti İslâm milletleri içinde nüfusça en fazla olduğu halde, dünyanın her tarafında bulunan Türkler ise Müslümandır. Diğer milletler gibi Müslim ve gayr-ı Müslim olarak iki gruba ayrılmamıştır. Nerede bir Türk toplumu varsa Müslüman’dır. Macarlar ve Bulgarlar gibi Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten de çıkmışlardır. Artık onlar Türk olarak değil; Macar ve Bulgar olarak bilinmektedirler.

Hâlbuki küçük sayılabilecek kabilelerde dahi aynı kabileye mensub Müslüman olan ve olmayan vardır.

“Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et. Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın. Bütün senin mazideki mefâhirin İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefâhir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefâhiri kalbinden silme.”

Yani ey Türk kardeş! Özellikle sen dikkat et. Senin milliyetin İslâmiyet’le karışıp kaynaşmıştır. İslâmiyet’ten ayırmak mümkün değildir. Milliyetini İslâmiyet’ten ayırırsan mahvolursun. Geçmişte, Osmanlının uyguladığı adalet ve bıraktığı miras gibi onunla iftihar ettiğin, şan ve şerefine vesile olan bütün güzellikler ve başarılar İslâmiyet’in defterine geçmiştir. Bu başarıları ve eserleri yeryüzünde hiçbir kuvvet silemediği halde, sen şeytanların vesvese ve hileleriyle onları kalbinden silme.

Bir vakit üç çocuk koydukları hedefe nişan alıyorlarmış. Birincisi atıp vurunca sevincinden: “Ben Hazret-i Ebû Bekir ile Hazret-i Talha (ra)’nın torunuyum!” diyerek övünmüş. İkinci çocuk da hedefi vurunca: “Ben şehid Osman (ra)’ın torunuyum!” Diyerek övünmüş. Üçüncü çocuk dahi atıp hedefi vurunca, düşünmüş, dedelerinin içinde meşhur birisini bulamayınca: “Ben Allah’ın peygamberi hazreti Âdem’in torunuyum!” Diyerek övünmüş.


Evet, bu çocuktan ders almak icap eder. Çünki insan nesli maymundan veya başka bir hayvandan gelmemiştir. Bütün insanlar aynı anne-babadan meydana gelmiştir. Allah katında farkları yoktur. Ancak insanları farklı kılan takvadır; yani Cenâb-ı Hakk’ın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınmaktır.


Rabbimiz bütün kardeşlerimizle birlikte bizleri rızasına muhalif hal ve hareketlerden muhafaza eylesin. Âmin


Not: Bu yazıyı, kısa anlayışımla Risale-i Nurlardaki hakikatlerden istifade ettiğim kadarıyla, kaleme almaya çalıştım. Rabbimden dualarınız vesilesiyle taksiratımın affını niyaz ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder