SELAMUN ALEYKÜM

İnşaallah istifadeye medar olur!!!!!!

27 Temmuz 2010 Salı

İslâm medeniyeti zuhur edecek (*)(Lemaat Tahlilleri-11)


Şu İslâm milletinin geçmişte yaşadığı felâket ve mağlubiyetler, hususen 1. Dünya Savaşı’ndaki mağlubiyet, sonrasında gelen felaketler

ve İslâm birliğinin dağılması hadiseleri, gelecekte İslâm âlemine bir saadet ve bağımsızlık getirecek. Bu felaketler, âyet ve hadislerde âhirzamanda geleceği vaat olunan saadet günlerine vesile olacak. Hem öyle bir saadet getirecek ki, geçmişte yaşanan felaketler üç ise, saadet onun yüz katı olarak üç yüz olacak İnşaallah.

Bire yüz...

Ne büyük müjde!


Birinci Harbin) Mütareke başında, bir Cuma gecesinde bir rü’ya-yı sadıkada, misalî âleminde (rüya âleminde), bir meclis-i azîmde (büyük bir mecliste), benden sual ettiler: “Mağlubiyet sonunda İslâm’ın âleminde ne hal peyda olacak?”



Üstad Bedîüzzaman Hazretleri, Sünuhat isimli eski bir eserinde, bu rüyanın görüldüğü tarihi ve çağrıldığı meclisin mahiyetini “Rüyada Bir Hitabe” başlığı altında şöyle anlatır:



“1335 (1919) senesi Eylül’ünde, dehrin hâdisatının (Osmanlı’nın mağlub olup dağılmasından kaynaklanan o zamanın hadiselerinin) verdiği yeis (ümitsizlik) ile şiddetle muzdarip idim. Şu kesif zulmet (koyu karanlık) içinde bir nur arıyordum. Mânen rüya olan yakazada (uyanıklıkta) bulamadım. Hakikaten yakaza olan rüya-yı sâdıkada bir ziya (ışık) gördüm. Tafsilâtı terk ile, bana söylettirilmiş noktaları kaydedeceğim. Şöyle ki: Bir Cuma gecesinde, nevm (uyku) ile âlem-i misâle girdim. Biri geldi, dedi: Mukadderat-ı İslâm (İslâm’ın geleceği) için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem seni istiyor. Gittim... Gördüm ki: Münevver (çok nurlu), emsalini dünyada görmediğim, Selef-i Sâlihîn’den (evvelki büyük İslâm âlimlerinden) ve a’sârın mebuslarından (asırların temsilcilerinden) her asrın mebusları içinde bulunur bir meclis gördüm. Hicab edip (utanıp) kapıda durdum. Onlardan bir zat dedi ki: - Ey felâket - helâket asrının adamı! (Âhirzamanın temsilcisi) Senin de reyin (görüşün) var, fikrini beyan et.”



Asr-ı hazır meb’usu (bu asrın temsilcisi) sıfatıyla söyledim; onlar da dinlediler: (...)



Hazret-i Üstad, bu rüyasını Birinci Dünya Savaşı’nın bitişinde Osmanlı’nın mağlubiyeti kabul ederek 30 Ekim 1918 tarihinde imzaladığı Mondros Mütarekesi sonrasında görmüştür. Bu savaşın ardından Osmanlı Hilafeti çatısı altında toplanmış olan İslâm birliği dağılmış, bütün İslâm ülkeleri Avrupa’nın sömürgesi hâline gelmiştir. İşte böyle acı bir dönemde Hz. Üstadın gördüğü bu rüya ve 1- İslâm Dünyası’nın geleceği için toplanan bir meclise çağrılması, 2- O mecliste her asrın temsilcilerinin bulunması, 3- Kendisinin de asrının temsilcisi olarak çağrılması çok açık bir şekilde Üstad Bedîüzzaman’ın felaketler asrı olan bu âhirzamanın vazifeli imamı, yani müceddidi olduğunu gösteriyor. Rüyada ona söyletilen sözler ise bütün Müslümanların gönlüne ferahlık ve huzur veriyor. Aynı rüyayı anlattığı Sünuhattaki kısımda, o nuranî zatlar Üstad’a cevaben şöyle diyorlar: “Birden o meclisten tasdik emareleri tezahür etti. Dediler: -Evet ümidvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ (ses), İslâm’ın sadâsı olacaktır!..”



Şu millet-i İslâm’ın felâket-i mazisi (geçmişteki felâketi), getirecek de elbet İslâm’ın âlemine saadet ve hürriyet. Olur geçen musibet, İstikbalde telafi. Üçü veren, üçyüzü kazandıran, etmiyor elbette hiç hasaret (zarar). (...)



Şu İslâm milletinin geçmişte yaşadığı felâket ve mağlubiyetler, hususen 1. Dünya Savaşı’ndaki mağlubiyet, sonrasında gelen felaketler ve İslâm birliğinin dağılması hadiseleri, gelecekte İslâm âlemine bir saadet ve bağımsızlık getirecek. Bu felaketler, âyet ve hadislerde âhirzamanda geleceği vaat olunan saadet günlerine vesile olacak. Hem öyle bir saadet getirecek ki, geçmişte yaşanan felaketler üç ise, saadet onun yüz katı olarak üç yüz olacak İnşaallah. Bire yüz... Ne büyük müjde!



Deniyet-i hâzıra sureti değişecek, sistemi bozulacak. Zuhur edecek o vakit, İslâmî medeniyet. Müslümanlar bil’ihtiyar (isteyerek) elbet evvel girecek (o medeniyete)(...)



Hazret-i Üstad medeniyetin fenalıkları, iyiliklerine fazlasıyla galip geldiği için “mimsiz medeniyet” tabirini kullanır. Kur’ân harfleri ile yazılan Osmanlıca yazıda “medeniyetin” başındaki mim harfi kaldırılırsa geriye “deniyet” kalır. Deniyet-i hazıra, yani “asrımızın alçak medeniyeti” demektir. Bu alçak medeniyet ve onun sistemi çok geçmeden bozulup yıkılacak. Onun bıraktığı boşluğun yerini İslâm’ın hakiki medeniyeti dolduracak. Bu manayı Sünuhatta şu cümleyle anlatır: Şeriat-ı Ahmediye’nin (asm) tazammun ettiği (içine aldığı) ve emrettiği medeniyet (...) medeniyet-i hâzıranın inkişaından (dağılmasından) inkişaf edecektir (ortaya çıkacaktır). Hutbe-i Şâmiye’de de aynı manayı şöyle müjde verir: “Evet Avrupa’nın medeniyeti fazilet ve hüda (hidayet) üstüne tesis edilmediğinden, belki heves ve hevâ, rekabet ve tahakküm (baskı) üzerine bina edildiğinden, şimdiye kadar medeniyetin seyyiatı hasenatına (kötülükleri iyiliklerine) galebe edip, ihtilâlci komitelerle kurtlaşmış bir ağaç hükmüne girdiği cihetle; Asya medeniyetinin galebesine kuvvetli bir medar (sebep), bir delil hükmündedir. Ve az vakitte galebe edecektir.” Böyle bir İslâmî medeniyet herhangi bir memlekette ortaya çıktığında, bütün dünya Müslümanları ve İslâm ülkeleri elbette diğer milletlerden önce koşarak girecekler ve tâbî olacaklardır.



Şu medenîlerden çoğunun, eğer içini dışına çevirirsen, görürsün: Başta maymunla tilki, yılanla ayı, hınzır. Sîreti olur suret. (Ahlâkı simasında görünür.) (...)



Günümüz medeniyetinin insanlara gerçek bir olgunluk verdiği zannedilmesin. Görünüşündeki yalancı parlaklığa ve pek çok iyi taraflarına rağmen insanların ahlakını dehşetli bir şekilde bozmuştur.



Nev’-i beşere (insanlığa) rahmet nâzil olan şu Kur’ân, ancak kabul ediyor bir tarz-ı medeniyet; Umuma, ya eksere verirse bir saadet. (...)



Tüm insanlara rahmet olmak üzere indirilen Kur’ân, ancak bütün insanlara yada çoğunluğuna saadet verecek bir medeniyeti kabul eder. Bu günkü medeniyet, insanların yüzde yirmisine yalancı bir saadet verirken yüzde seksenini sefalete atmıştır. Kur’ân ise böyle bir medeniyeti ve onun düsturlarını kabul etmez, reddeder.

Bu meclis-i âlî-i misalî (rüyadaki bu yüce meclis), bu sözü tahsin etti (beğendi). Ben de birden uyandım. Belki yakaza ile (uyanarak) yeni yattım. Bence yakaza rü’yadır. Rü’ya bir nevi yakazadır. Orada asrın vekili (asrın imamı), burada Said-i Nursî.



Ümitvâr olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm’ın sadâsı olacaktır!



Not: Lemaat Tahlilleri’nin on birinci sayısı ile bu yazı dizimize son veriyoruz. Bu on bir sayının ve ilk sayıda yazdığımız esasların, Lemaatın üslubuna aşina olmak isteyen mütalaa ehline yardım etmek için kâfi olacağını ümit ediyoruz. Başka mütalaalarda buluşmak ümidiyle hepinizi Yüce Rabbimiz’in İnayet ve Rahmetine emanet ediyoruz...



(*) Bu başlık şiirin başlığı olmayıp yazının özünü daha kısaca vermek üzere ve sadece bu yazıya bir başlık olmak üzere konulmuştur. Lemaattaki başlık ise “Bir Meclis-i Misalî’de Şeriatla medeniyet-i hâzıra, deha-i fennî ile hüda-yı şer’î müvazeneleri” dir.


1- Şeriat-ı Ahmediye’nin (asm) tazammun ettiği (içine aldığı) ve emrettiği medeniyet (...) medeniyet-i hâzıranın inkişaından (dağılmasından) inkişaf edecektir (ortaya çıkacaktır).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder