SELAMUN ALEYKÜM

İnşaallah istifadeye medar olur!!!!!!

27 Temmuz 2010 Salı

Dimağda Merâtib-i İlim Muhtelifedir, Mültebise (Lemaat Tahlilleri-4)


“Risâle-i Nur’un mesleği odur ki; zihinlerde bir iz bırakmamak için, sâir ulemaya muhalif olarak, muarızların şübhelerini zikretmeden öyle bir cevab verir ki, daha vehim ve vesveseye yer kalmaz.”


1-Dimağda Merâtib-i İlim Muhtelifedir, Mültebise

Dimağda merâtib (zihinde mertebeler) var; birbiriyle mültebis (karıştırılan), ahkâmları muhtelif (hükümleri farklı).

2- Evvel tahayyül (hayal etmek) olur,

3-Sonra tasavvur (zihinde şekillendirmek) gelir.

4-Sonra gelir taakkul (aklen değerlendirmek),

5-Sonra tasdik ediyor (anlayıp doğruluyor),

6-Sonra iz’an (çok iyi anlıyor)oluyor,

7-Sonra gelir iltizam (şiddetli taraftarlık), sonra itikad (inanç) gelir.



İtikadın başkadır, iltizamın başkadır.


Herbirinden çıkar bir halet: Salabet (sağlamlık) itikaddan, taassub iltizamdan, imtisal (uymak) iz’andan, tasdikten iltizam, taakkulde bîtaraf (tarafsız), bîbehre (nasipsiz) tasavvurda. Tahayyülde safsata hasıl olur, mezcine (kaynaştırmaya) eğer olmaz muktedir.

8- Bâtıl şeyleri güzel tasvir etmek, her demde safi olan zihinleri cerhdir (bozmaktır), hem idlâli (saptırmaktır).

TAHLİL:

1- İnsan zihnindeki düşüncelerin mertebeleri vardır. Bunlar birbirinden farklı mertebeler oldukları halde, çok defa karıştırılırlar. Her birinin farklı hükümleri, yani farklı sonuçları vardır. Bunları karıştıran insanlar

1- Kendi fikirlerinde hatalara ve evhamlara düşerler.

2- Karşılarındaki muhataplarını yanlış anlarlar.

3- Muhatabın anlayabileceği seviyeden konuşamazlar. O yüzden bu mertebeleri birbirinden ayırt edebilmek;

1-İsabetli düşünebilme,

2- Evhamlardan korunmak,

3-İnsanlarla iyi ilişkiler kurabilmek ve

4-muhatabını ikna edebilmek için çok mühimdir.

2- Bu düşünce mertebeleri zayıftan kuvvetliye doğru şöyle sıralanır:

İlk mertebe tahayyül etmektir. Yani hayal kurmaktır. Burada insan iradesinin rolü çok zayıftır. Bazen de hiç yoktur. Böyle hayallerle insan mümkün ya da muhal her şeyi ihtiyarsız olarak düşünebilir. Böyle gayr-ı ihtiyari olarak aklına gelen hayallere itibar eden bir akıl safsatalara düşer. Lügatte safsata hakkında, “zahirde doğru görünürken hakîkatte yanlış olan kıyaslama demektir” diyor. Mesela safsatalı bir kıyasa latifeli bir örnek olarak şu verilir: “Bazı gerçekler acıdır. Bazı biberler de acıdır. Öyleyse bazı gerçekler biberdir.”

3- Tahayyülden biraz daha irade karışan ve kuvvetli mertebe tasavvurdur. Tasavvur ise, bir şeyi zihinde iradeli olarak şekillendirmektir. Kişi bu sırada o fikri, sadece zihninde canlandırmakta ve adeta uzaktan seyretmektedir. Bu sebeple o fikirden nasipsizdir. Hiçbir taraftarlığı olmadığı gibi karşıtlığı da yoktur. Hatta o fikre karşıt veya taraftar olmak gibi bir niyetle bakmaz. Sadece bu nedir diye seyreder.

4- Taakkul ise, sadece zihinde şekillendirmek değil, doğru mu yanlış mı diye tartmaya başlamaktır. İnsan bir fikirle ilk defa karşılaştığında, üstelik onu kabul ya da reddetmesi gerekiyorsa yaptığı iş taakkuldür. Yani aklıyla tartmaktır. Bu esnada kişi kabul ya da red arasında tarafsızdır.

5- Bu değerlendirme aşamasını geçtikten sonra kanaati hangi tarafa ağır gelirse o tarafı tasdik eder. Kabule ağır basmışsa buna tasdik denir. Redde ağır basmışsa buna da tekzib denir. Dolayısıyla tasdik ya da tekzib aynı mertebenin olumlu ve olumsuz iki şeklidir. Tasdik mertebesinde olan kişi, artık o fikrin doğruluğuna kani olmuştur. Bu cihetle zihni o fikri iltizam eder. Yani kendine lüzumlu görür. Yani o fikre tarafdar olup benimser.

6- Tasdik ve sonrasında gelen bütün mertebeler, bir fikir hakkında oluşmuş olan kanaatin kuvvet mertebeleridir. Tasdik bir fikrin doğruluğunu anlamak iken; iz’an iyice anlamak demektir. Tasdikle o fikri benimseyen kişi, iz’an derecesine geldiğinde yani daha iyi anladığında imtisâl eder. Yani o fikrin gereklerine uyarak uygulamaya geçer. Buna şöyle bir misal verebiliriz: Üniversiteye hazırlanan bir öğrenciyi öğretmeni ikaz eder. “Bu kadarlık çalışmayla kazanamazsın. Daha fazla çalışmalısın!” der. Öğrenci de aynı kanaate ulaşırsa “doğru” der, tasdik eder. Fakat bu kanaat onu uygulamaya geçiremeyebilir. Eğer öğretmen bu konuda bazı deliller ortaya koyar ve bu gidişle kesinlikle kazanamayacağına dair daha kuvvetli bir kanaat uyandırırsa artık öğrenci eski çalışmasıyla kanaat edemez ve gayrete gelerek farkı kapatacak şekilde çalışmaya başlar. Bu misalde çalışmada etkili olan diğer psikolojik faktörleri göz ardı ediyoruz.

7- İltizam ise, o fikri iz’an derecesinden daha üst derecede anlayan ve sahip çıkan, benimseyen bir mertebedir. Taraftarlığı güçlüdür. Bundan daha güçlü anlama, kabullenme ve inanma mertebesi itikad, yani inanç derecesidir. İltizamdaki kanaat mertebesi son mertebe olmadığından yine de bazı eksiklikler vardır. Bu eksikliğe rağmen taraftarlığı da güçlü olduğundan fikrinde taassup gösterir. İtikadda ise kanaat son derece kuvvetli olduğundan anlamadığı bir taraf kalmamıştır. Bu yüzden fikrinde salâbet sahibidir. Çok sıkı sarılması cihetiyle taassuba benzese de bu taassup değildir. Çok çok iyi bilmekten gelen sağlam duruştur. Taassup hakkında Hz. Üstad şu tesbiti yapar. “Bence taassubun en dehşetlisi bazı Avrupa mukallidlerinde ve dinsizlerinde bulunur ki; sathi şüphelerinde muannidâne ısrar gösteriyorlar. Bürhan ile temessük eden ulemânın şanı değildir” (Münâzarat)

8- Bâtıl fikirleri detaylarıyla anlatarak tasvir etmek bu sebepten doğru değildir. Çünkü yukarda anlatıldığı üzere bu fikir mertebelerinin hükümleri bazı sâfi zihin sahiplerince karıştırılabilir. Sadece hayalinden geçen ya da bir an için tasavvur ettiği bir şeyi gerçek zannedebilir. “Neden olmasın?” der. Veya sırf tasavvur edip sadece düşündüğü bir batıl fikri tasdik ettiğini vehmederek imanı hakkında yese düşebilir. Bu meseleyi Üstad Bedîüzzaman Hazretleri 13. Lema 6. İşarette şöyle anlatır. “Şeytanın en tehlikeli bir desisesi şudur ki: Bazı hassas ve safi-kalb insanlara tahayyül-ü küfrîyi tasdik-i küfürle iltibas ettiriyor. Tasavvur-u dalaleti, dalaletin tasdiki suretinde gösteriyor.”

Ayrıca Risâle-i Nur derslerinde insanların bu karıştırabilme halinin dikkate alındığını da şu şekilde ifade eder: “Risâle-i Nur’un mesleği odur ki; zihinlerde bir iz bırakmamak için, sair ulemaya muhalif olarak, muarızların şübhelerini zikretmeden öyle bir cevab verir ki, daha vehim ve vesveseye yer kalmaz.” (İşaratül İ’caz) Allahü a’lemü bi’s-savab.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder