SELAMUN ALEYKÜM
İnşaallah istifadeye medar olur!!!!!!
5 Ağustos 2010 Perşembe
ZAMAN CEMAAT ZAMANIDIR, AMA....
HER İNŞÂ bir terkibdir; vücudunun kemâli gibi, ömrü de malzemeye bağlı... Kumsaldaki inşânın ömrü bir kaç saatlık, ya kumları savuran bir rüzgar, ya sâhilleri döven bir dalga hayatını sonlandırır... Cihan devletinin imkânlarının Süleymaniye sırtlarına yığdığı birinci sınıf malzemeye Sinan’ın dehâsı hayat verir: Süleymaniye Câmii... Asırlara meydan okuyan Süleymaniye en hâlisinden bir terkibdir; has malzemeden bir inşâ...
Cemiyet de terkibdir; temel yapı taşı insan olan bir terkib. Kemâl ve ömrü insana bağlı, ferd ferd insana... Ferdin kemâli, cemiyetin kemâlini intac eder; terkib malzemeye mahkûm...
Ferdin öldüğü yerde cemiyet de yaşamaz; ölünün taaffün eden bir yığın toprağa inkılâbı gibi cemiyet de kokuşup dağılır... İnsan dünyanın her yerinde iki ayak üstünde yürüyen zayıf bir mahlûk, hayvânatın tek nâtık olanı. Tek nâtık ve tek düşüneni... Cemiyetin terkibinde etinden önce mâneviyatı lâzım; yâni insâniyeti, hayvâniyeti değil...
İnsan-ı kâmil Süleymaniye’ye malzeme olur, hayvaniyette kalanlar kumsal inşalarına... Ferdleri arasındaki fazîlet yarışı, cemiyeti de kanatlandırır... Fazîlet yarışının yerini bıraktığı menfaat tepişmesi, cemiyeti kemiren dâbbetülarz... Birincisi altıyüzyıllık Cihân devletine malzeme olur, diğeri seksenbeş yıldan beri sendeleyip duran, anarşi ve her türlü çeteleşmenin hayatını söndürdüğü Cumhuriyet’e... Osmanlı’ya Muhammedî nur yol gösterir, Cumhuriyet’e Batılı dostları!.. O dostlar ki, altıyüz yıl ecdâd-ı izâmımızın fetih rüyâlarını kâbus olarak yaşamış ve altıyüz yılın bütün hesaplarını Osmanlı’dan kurtulmak üzerine yapmış... Bize en çok dost görünenler, en çok düşman olanlar; dostlukları, düşmanlıklarını örten iğrenç bir peçe...
Lider münşidir... Terkib için ihtiyaç duyduğu malzemeyi ya arayıp bulmak, ya da hazırlamak zorundadır... Terkibi için ihtiyaç duyduğu ferdi yetiştiremeyen lider, çoğu zaman hezimete mahkûmdur. Mahkûmdur, zirâ cemiyet her zaman birinci sınıf malzeme istihsal etmez, edemez... Devletlerin de tabiî bir ömürlerinin olduğu İbn Haldun’dan beri kazie-i muhkemedir: Doğar, büyür, yıpranır ve ölürler... Lider her zaman cemiyetin şebabet veya olgunluğunda hayata göz açmaz, inhidam ve fetret devirleri de lider ister... İşte o zaman, ister istemez, lider malzemesini kendisi hazırlayacaktır: insanı, yâni ferdi...
Fetret devrinin en büyük lideri olduğu, elde ettiği netice ile müsellem olan Bediuzzaman Said-i Nursi, inkıraz yıllarında târihî bir dâvâda bulunur... Erek Dağı’nın zirvelerinden Akdamar adasına kilitlenen keskin bakışlarına dudaklarından kanatlanan şu dâvâ eşlik eder:
“Akdamar adasına çekilip, orada yirmi yılda elli talebe yetiştirsem, onlarla İslâmiyeti dünyanın başına geçiririm biiznillah...”
Bu bir fetih rüyasıdır, tahakkuk’u, Bediuzzaman’ın yetiştireceği elli şâkirde bağlı... Zaman o istikamette tecelli etmez... Anadadolu akıl almaz bir cinnet sarası ve tahripkârlığa sahne olur... Devlet-i Âliye târih sahnesinden çekilir; âkabinde bütün unsurları ateşe verilir, cemiyete kan taşıyan hayat damarları hoyratça kesilip budanır...
Bediuzzaman, gönüllü Akdamar inzivâsı yerine, Barla menfâsında bulur kendisini... Devrin hâkimlerinin muradı, dağlar arasındaki bu küçük beldede ölüp gitmesidir... Halbuki lider için Barla, fethin başlangıcıdır; inşânın temelinin atıldığı mukaddes beldedir... Cemiyetin temel terkibi insanı yetiştirmek için kolları sıvar Üstâd: Fâziletli insan yetiştirecektir, Barla nurlu insanların ilk istihsal merkezi olacaktır...
Sürgünler, cehennemvarî zindanlar, işkenceler, en keskin ağularla gerçekleştirilen zehirlemeler, imhası için devletin seferber edilen bütün imkânları, tehditler liderin sıradağlar gibi muhkem iman ve azmi karşısında sarp kayalıkları döven dalgalar gibi kırılıp ademe, hiçliğe inkılâb eder. Vefat ettiğinde dâvâsını teslim edeceği miktarda şâkird yetiştirmekle kalmamış, istihsalin devamını netice verecek zemin ve iklimi de hazırlamıştır: Risale-i Nur külliyatı ve hayatıyla rehberlik ettiği hizmet tarzı...
Fâni hayatının hitamindan sonra hizmetin hız kesmemesi için kurduğu plân: Bütün ehemmiyeti neşrettiği Risale-i Nur külliyatı’na verip şahsını herhangi bir talebe seviyesine çekmektir. Nur şâkirdleri doğrudan asrın bu en parlak Kur’anî kaynağından feyiz alacak ve onun çizdiği yolda hedefe yürüyeceklerdir...
Ne var ki, dikensiz gül bahçesinde değiliz... Müellifini kaybetmiş cihânşümûl bir külliyatı bütün ferdleriyle ve bütünüyle idrak ve ihata edecek bir sistem en iyi şartlarda bile tehlikelere maruzdur. Kaldı ki, bu inşâ, bu hisar küfrün ahmakça taarruzlarını durdurmak, cemiyetin imânını kurtarmak üzere kurulmuştu... Bediuzzaman’ın haytî rehberliğinden mahrum kalan şâkirdlerine akle hayale gelmez taarruzlar yapılır; çözülmeleri için dessasane plân ve tuzakların birini bini tâkib eder... Âkibet: bir yığın çarpışma, bir yığın yaralanma ve bir yığın bölünme... Bütün bunlara rağmen Bediuzzaman’ın dâvâsının meydana getirdiği içtimâî hareket hâlâ yaşayan ve dünyanın kabülünde zorlanmadığı en büyük içtimâhi harekettir...
Nur talebelerine düşen: Düşmanlarının tuzaklarına düşmemek, hayatlarını onların insaf ve merhametlerine terketmemektir... Risâle-i Nurları okuyup anlayacak ve yaşayacak insanların yetişmesi, bugün dünden daha hayatîdir. Zirâ Üstâd’ın vefatıyla geride bıraktığı boşluğu ancak Akdamar şâkirdleri doldurabilir, Nurları heceleyen yığınlar değil. Evet, zaman cemaat zamanıdır, doğru... Ama bundan cemaatin temel taşı ferdlerin ehemmiyetsizliği çıkmaz... Büyük dâvâların müntesibleri büyük olmaya mecburdur. Sinân’ın muvaffakıyeti, dehâsının mimarî hendesenin serhadlerini ihatasından ibaret değil, cihân devletinin muazzam imkânlarını da kullanmış olmasındadır. Süleymaniye çakıl taşlarıyla inşa edilemez, asırların deprem ve fırtınalarına meydan okuyabilmesi için en iyisinden köşe taşlarıyla inşa edilir.
Her türlüsünden pisliğin yaşanmaz bir gayyaya çevirdiği içtimâî hayatın bu çirkefinden necatımız, fazîlet şâkirdlerinin daha çok ve daha çok birlikte çalışmalarına bağlı. Amelimize terettüb edecek neticenin Cennet olmasını beklerken, mükellefiyetimizin cezâsı olarak Cehennemle karşılanmayalım... Kaybedilmiş savaşların cezası önce kumandana, sonra orduya kesilir; cemiyetin sair unsurlarına değil... Ne zaman birbirinizin gırtlağına sarılmaktan vazgeçip karşınızdaki a’dayı farkedeceksiniz? Ne zaman?...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder