SELAMUN ALEYKÜM
İnşaallah istifadeye medar olur!!!!!!
4 Ağustos 2010 Çarşamba
Bilimde hamle için hangi zihniyet
İnsanoğlu mâhiyeti itibarıyla sıra dışı özelliklere sahiptir. Meselâ o özne-nesne, tesir eden-edilen, yapabilen-yıkabilen, icat-tahrip, zorunluluk-şans, otomatik-iradî, aklî-hissî, içedönük-dışadönük, öğrenmeye açık-kapalı, gelenekçi-değişimci gibi çeşitli unvanlarla anılan zıt kuvvetlerin ve tercihlerin tesiri altında hayatı idrâk eder, duyar ve yaşar.
Sosyolojik zâviyeden bakıldığında ise, insanda açık-kapalı, gelenekçi-ilerlemeci, yenilikçi-statükocu, teslimiyetçi-hamleci, statik-dinamik gibi zıt yönelişleri okumak mümkündür. Fert ve cemiyetin gelişme seviyesini, hayat standardını, bilim yapma derinliğini, araştırma ve geliştirme kapasitelerini belirleyen, yukarıda zikredilen birbirine zıt düşünce motifleridir.
Varlıklar arasında adalet ve barışı tesis edip korumayı gerektiren halifelik misyonunu yüklenen insan, bu âlemde tecrübe ve imtihana tâbi kılınmıştır. Bu tecrübe ve imtihanlardan birisi, fıtratına potansiyel olarak konmuş “varlık ve hâdiseleri değiştirme; tasarım ve yeniden inşa etme izin ve kapasitesini” ne ölçüde ve nasıl kullanabileceği konusudur. İnsan ve toplumların bu izin ve kapasiteyi kullanma biçim ve seviyelerini belirleyen zihin kalıpları (düşünme paradigmaları-değerler dizisi) vardır. Sağlıklı bir düşünce ve inanç sistemine sahip fert ve topluluklarda, ‘araştırma ve gözleme dayalı nimetlere şükür zihniyeti ve teslim-tevekküle dayalı sabır ve emniyet düşüncesi’ birlikte bulunur. Ayrıca bu iki zihniyetin ferdin dünya görüşünde sağlıklı şekilde temsil edilmesi, hakiki imanın gereğidir. Bu iki zihin şeması hakikatin birbirini tamamlayıcı ve dengeleyici iki yüzüdür. Ancak insanların akılla ‘ne bilinebilir, ne bilinemez; ne öngörülebilir, ne öngörülemez; ne önlenebilir, ne önlenemez; ne değiştirilebilir ne değiştirilemez’ gibi hususlarda algı ve idrak seviyelerinde mutabakatlar tek tip değildir. Fıtrat ve kişilikleriyle uyumlu olarak herkes, kendi anlayış ufkunda sınırlar çizmektedir. Başka bir ifadeyle hangi problem ve ihtiyacın; irade ve aklın kullanılmasına bağlı olarak çözülebileceği veya önlenebileceği konusunda mâkul çok sayıda doğru olabilir. Bu sorulara verilen cevaplara bağlı olarak, yukarıdaki iki anlayış ufkundan birisi, zihinlerde ağırlıklı olarak temsil edilir.
Akl-ı selim, sağduyu ve vicdan; her iki değer dizisini bir arada sağlıklı şekilde kullanmamız gerektiğini söyler. Şöyle ki, eğer problemin çözüm zamanı geçmemişse, birinci değer dizisine göre hareket edilip gerekenler yapılır. Alternatif çözümler üretilir ve(ya) en mâkulü seçilir. Ancak ilgili problemin çözümü noktasında geç kalınmış ise, o zaman ikinci değer dizisi tercih edilerek teslim-tevekküle dayanan sabır, emniyet ve kanâatin güzelliklerinden istifade edilir. Ancak zamanın geç mi, yoksa erken mi olduğunda; söz konusu problemlerin erken teşhisi, önlenmesi ve çözümünde pratikte ihtilaf yaşanmaktadır. Bazı durumlarda ihtilaf çözülse bile, yeterince azim ve kararlılık sergilenememektedir. Birçok durumda da nelerin aklın sınırlarını aşan ve teslim-tevekkülü gerektiren zorunluluklar içinde olduğu; nelerin de irade ve aklın sınırları içinde kaldığı konusunda belirsizlikler yaşanmaktadır. Bu belirsizliklere verilen cevaplar her durumda uygun bir insan fıtratına karşılık geldiğinden, tercih edilen cevaplarla bazı kişilikler birebir örtüşürken, bazıları da ayrışır. Bu durum eş zamanlı olarak farklı insan tabiatlarında, farklı anlayışların gelişmesine zemin hazırlar. Toplum liderleri ve yöneticileri, sözü edilen iki farklı değer dizisi ekseninde bu belirsizlikleri yönetmekle mükelleftir. Milletler de entelektüel kadrolarının sahip olduğu yukarıdaki zihin kalıplarından biriyle, bilim anlayışlarını ve politikalarını inşa ederler.
Tercih edilen zihin şemasına göre inşa edilen bilim politikaları, plânlanan araştırmaları farklı seviyelerde destekler. İki zihniyetin ortaya koyduğu bilim anlayışından birincisi, varlık ve hâdiseleri modelleyip anladıktan sonra, onların geleceğini kurgulayıp, yenilik ve çeşitliliğe dönük icat ve tasarım ağırlıklı araştırmalar yapmadır. Bu tür bilim yapma tarzında, var olanla yetinmeme karakteristiktir. ‘Araştırma ve gözleme bağlı olarak gelen nimetlere şükür’ eksenli paradigmayla daha çok örtüşen bu bilim yapma tarzında, yenilik üretme, problem çözme alternatiflerini çoğaltma ve Allah’ın genetik potansiyellere verdiği kabiliyetleri açığa çıkartarak yeni canlı ırkları üretme daha çok desteklenir. Hayatı kolaylaştıran tercih, çözüm ve teknolojiler; tefekkür ve hayret ufuklarında gezen bilim adamlarının daha çok şükretmesini gerektirir.
Bilimin ikinci boyutu; varlık ve hâdiseleri mevcut bilgilerin ışığında anlama, tasnif etme, onlardaki mânâları deşifre etme, tefekkürle hikmet azığına ve teslimiyet sırrına dönüştürme çalışmalarıdır. Bu seviyedeki bilim yapma tarzı, sağlıklı inanmanın veya hakiki imanın diğer yarısını teşkil eden ‘teslim-tevekküle dayanan sabır ve emniyet’ değerler dizisiyle daha çok örtüşür. Bu anlayış ufkuna göre, aklın temel fonksiyonu, var olanı anlamak ve ondaki hikmetleri devşirdikten sonra Yaratıcı’nın takdirine teslim olmaktır. Bu paradigmayı benimseyenler, koruma bilimini, var olan kaynak ve imkânları daha iyi yönetme stratejilerini ve risk yönetimini iyileştirmeye öncelik verirler. Teslimiyet ve sabrın derecesini yükselten bu zihin şeması, kanaatkârlığa ve mevcuda razı olma gibi bir davranışla oldukça uyumludur.
Birinci değerler dizisi, “eşya ve hâdiseleri teshir etme” imkânı veren aklı; hayal kuvvetini; sorgulayıcı, sentezleyici, icatçı ve keşfedici, inşa edici düşünme modüllerini sonuna kadar kullanarak, çözüm alanındaki alternatifleri çoğaltarak insanın problemlerini halletmeyi tercih eder. Nimetleri ve alternatif çözümleri çoğaltarak imtihanı kolaylaştırmayı öne çıkarır. Böyle bir zihniyet, gelişme, kalkınma ve ilerlemenin zihin modeliyle uyumludur.
İkinci değerler dizisi, “ riskleri azaltarak imtihanı kazanma şansını artırmaya” önem verir. Eşyayı teshir etme izin ve kapasitesini azamî seviyede kullanmanın risklerine, tehlikelerine daha çok vurgu yapar. Belirsizlikleri belirlenebilir, öngörülemezleri öngörülebilir kılma gayretlerine soğuk bakar. Sınırları belirsiz bu izin ve kapasitenin en az seviyede kullanılmasını; var olan nimet ve tercihlerle yetinilmesini; problemler karşısında teslimiyet ve sabır yolunun daha ağırlıklı kullanılmasının daha emniyetli olduğunu söyler. Neticede dengenin bir tarafın lehine değiştiği, kanaat, teslim-tevekkül-sabır ve emniyeti öne çıkaran baskın bir zihin şeması ortaya çıkar.
Farklı bilim anlayışlarına ve politikalarına götüren her iki zihin şeması (değerler dizisi), birbirini tamamlayan kısmî hakikatlerdir. Ancak hakikat çoğu zaman küllî değil, kısmî olarak pratiğe dökülmektedir. Bazı nimet ve güzellikler, birinci zihin şemasını yoğun kullanmaya bağlı iken, bazıları ancak ikinci zihin şeması aktif kullanıldığında ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayı, insana verilen izin ve kapasiteyi azamî kullanma şartına bağlı olarak, sahip olunabilen nimetlere şükür ile teslim-tevekküle dayanan sabır ve emniyetin, imtihanı kaybetme riskini azaltmanın rahatlığı, fert için eşit derecede önemlidir. Ayrıca bu iki zihniyeti aynı toplumda birlikte yaşatma gayreti, hakiki imanın birbirini dengeleyici iki boyutunu temsil eder.
Fertler, bu iki değerler dizisinden herhangi birini tercih edebilirler. Ancak bir ülkenin bilim politikaları, birinci değerler dizisinin tesirinde daha çok kalan insanlar tarafından şekillendirilirse, araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde yenilik ve çeşitlilik üretme, tasarımve icat güçlü şekilde teşvik edilir. İkinci değerler dizisinin tesirinde kalanlar tarafından şekillendirilen bilimde, var olan çeşitliliği ve dengeyi koruma, gelenekle ve mirasla yetinme güçlü şekilde desteklenirken, yenilik ve çeşitlilik üretme, tasarım ve icat; ikinci, üçüncü derecede kalır. Neticede her toplumda bilim az veya çok gelişir. Ama öne çıkan araştırma konuları ve daha çok teşvik gören projeler, yukarıdaki zihin şemalarından birinin ağır basmasıyla belirlenir.
Zihin yapılarını her iki doğru seçeneğin değişik kombinasyonlarıyla inşa eden toplumlar, geleceklerini bu zeminde inşa ederler. Toplumdaki gelenekçi-yenilikçi, değişimci-muhafazakâr gerilimini ve ayrışmasını bu iki zihniyetin ürünü olarak görmek mümkündür. Toplumda her iki yaklaşımı tercih eden ve hayata taşıyan insan gruplarını pratikte desteklemek gerekir ki, bu iki doğru ve güzelliğin meyvelerinden herkes istifade edebilsin. Bu iki zihniyet birbiriyle sağlıklı münasebet içinde bulunur ve bu durum sürdürülebilirse, dengeli ve gerilimden uzak bir toplum yapısı daha kolay inşa edilir. Bu iki zihniyet bir arada sağlıklı şekilde diyalogunu sürdüremezse, toplumdaki sıkıntı ve çatışmalar, kontrol edilemez seviyelere çıkar.
Geçmişte örneklerini gördüğümüz ve bilimde altın çağın yaşanmasına vesile olan bu zihin şemalarından biri, bu izin ve kapasiteyi, peygamberlerin mucizelerle gösterdiği ufka kadar kullanmayı teşvik eden “araştırma ve gözleme bağlı olarak gelen nimetlere şükür” eksenli paradigmadır. İnsanın dünya istasyonundaki imtihanının kolaylaştırılması, kendine verilen kabiliyetlerin ve iradenin hakkını vererek, azamî derecede kullanılmasına bağlıdır. “Teslim-tevekküle dayanan sabır ve emniyet” şeklindeki ikinci zihin şeması, imtihan noktasından varlıkları değiştirme, yeniden inşa etme iznini ve kapasitesini azamî seviyede kullanmayı riskli görür, var olanı anlamayı ve onunla kanaat etmeyi tercih eder.
Toplumun iç çatışmalara düşmeden geleceğe yürüyebilmesi için, liderlerin, üst seviye yöneticilerin ve bilim insanlarının çoğunluğunun birinci paradigmayı öne çıkaran kişilerden oluşması gerekir. Toplumun liderleri ve öncü bilim insanları ağırlıklı olarak “araştırma ve gözlem yapmaya bağlı olarak gelen nimetlere şükür” zihniyetini öne çıkarır; halifelik misyonu içinde gizlenmiş “eşya ve hâdiseleri, değiştirme ve kontrol edebilme izin ve kapasitesini” aklın ve iradenin hakkını vererek ahlakî çerçevede azamî derecede kullanırlarsa, toplumun maddî-mânevî seviyesini yükseltmede zorluklar yaşanmaz ve ağır bedeller ödenmek zorunda kalınmaz. Aksine tercih ve davranışlarında ikinci değerler dizisi ağır basarsa, o toplumda zorlukları kolaylaştırmada sıkıntılar, hayat standartlarında düşüşler, problemleri önceden hissedip tedbir almada ve korunma stratejilerinin hayata geçirilme nispetlerinde düşüklükler; erken teşhis, tedavi, korunma teknolojilerini kullanılabilir ve erişilebilir kılmada yetersizlikler çok sık gözlenir. Neticede o toplumun insanî ve ekonomik gelişmişlik indeksi nispeten altlarda seyreder.
Bu iki zihniyet şemasının birlikte dengeli kullanımı, sağlıklı eğitim modelleriyle hayata taşınabilirse, Müslümanların kendi inanç sistemlerinden ve hak yoldan (sırat-ı müstakim) sapmadan hem bilim-teknolojiye dayanan ekonomik kalkınmayı yapabilmesinin, hem de demokratik ve çoğulcu bir toplum yapısını kendi iç dinamikleriyle inşa edebilmesinin önü açılır. Böyle bir sentez, inançlı bilim insanlarının genetik mühendisliği uygulamalarında, genetik ıslah teknolojileriyle yeni canlı ırkları üretme çalışmalarında, doğum öncesi erken teşhis ve irsî hastalıklardan korunma hususlarında, kök hücre uygulamalarında, organ nakli, hayatı uzatma, ihtiyarlığı önleme gibi temel ve uygulamalı araştırma sahalarında sağlıklı ve yapıcı düşünce açılımları ve çözümler üretmesini de kolaylaştırır. “Araştırma ve gözleme dayanan şükür” zihniyetini ağırlıklı olarak tercih eden bilim insanı, bu araştırmaları yapmanın ve bu teknolojileri kullanmanın insana verilen “varlık ve hâdiseleri yeniden inşa etme izni ve kapasitesini” azamî derecede kullanma yönünde irade beyanı olarak görür. Ahlakî, vicdanî mesuliyet içinde bu çalışmalara katılmanın ve ürünlerinden istifade etmenin önünde herhangi bir inanç engeli görmez. Elde edilen başarı ve nimetleri, bir yandan daha çok şükürde bulunmanın vesilesi görür, diğer yandan tecrübe ve imtihanın kolaylaştırılması istikametinde üretilen fırsatlar ve çözüm alternatifleri olarak algılar.
Hakiki imanın ve olması gereken hakikatin diğer yarısını teşkil eden “teslim-tevekküle dayanan sabır ve emniyet” eksenli zihin şemasını ağırlıklı olarak kullanmayı tercih eden bilim insanları ve kitleler ise, bu izin ve kapasiteyi azamî kullanma konusundaki endişelerini öne çıkarırlar. Var olanla yetinmeyi, verilene kanaat etmeyi, başına gelen musibetlere teslimiyet ruhu ve duygusuyla karşılık vermeyi ve sabır yoluyla imtihanı kazanmayı tercih edermiş gibi davranış sergilerler. Pratikte iki zihin şemasını tam dengeli kullanma yerine bir tarafın lehine ağırlıklı olarak kullanma ağır basar. Yukarıdaki sahalarda araştırma yapmanın avantajlarından ziyade risklerine daha çok dikkat çekerek, endişe ve korkularını dile getirirler. Bu sahalara yeterli araştırma-geliştirme bütçesi ayırmaya çok istekli davranmazlar.
Geleceğin Müslüman toplumlarında ekonomik kalkınmayı ve bilim-teknolojide ilerlemeyi belirleyecek husus, yukarıdaki zihin şemalarından hangisinin o toplumda daha ağırlıklı temsil edileceğidir. Zihin şemalarını üreten temel dinamiklerden biri, inanç ve mâneviyatın kaynağı olan dinî akidelerdir. Dolayısıyla inanç ve mâneviyatın farklı yorum ve açılımları; demokratikleşmeyi, insanî kalkınmayı ve ekonomik gelişmeyi kolaylaştırıp zorlaştırabilir.2 Müslümanlar için, ekonomik kalkınmanın, bilim-teknolojide öncü rol üstlenmenin, inanç seviyesindeki motivasyon dinamiği, “araştırma ve gözlem yapmaya bağlı olarak gelen nimetlere şükür” paradigmasında öne çıkan “varlık ve hâdiseleri değiştirme, tasarımlama, yeniden inşa etme iznini ve kapasitesini” peygamberlerin mucizeleriyle gösterdiği ufka kadar azamî derecede, ahlakî sorumluluk içinde kullanmayı teşvik etmekte saklı olsa gerek.
Dipnotlar
1. Bu makale Müslüman dünyasının geçmişten günümüze bilim karşısındaki duruşunu, Physics Today (Fizikte Bugün) isimli derginin Ağustos 2007 sayısında analiz eden Pakistanlı Fizikçi Pervez Amirali Hoodbhoy’un koyduğu teşhise, zihniyet yapıları çerçevesinde içeriden bir çözüm arayışı olarak da okunabilir. (Physics Today isimli dergi, Amerikan Fizik Enstitüsü tarafından aylık olarak yayımlanır.)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder