SELAMUN ALEYKÜM

İnşaallah istifadeye medar olur!!!!!!

5 Ağustos 2010 Perşembe

Tahrip Edilen Tabiat


Tabiat baştan başa bir harikalar meşheridir; ama biz ona “meşher” demektense, “kitap” demeyi daha uygun buluruz. Zira, onu bir kitap gibi duyar, bir kitap gibi okur ve bir kitabın rengârenk, canlı, yaldızlı nakışlarını temâşâ ediyor gibi hayran hayran seyrederiz. Onu, her sabah yeniden boyanmış, süslenmiş o göz kamaştırıcı endamıyla, bir ruh, bir hayat kaynağı olarak karşımıza dikilmiş görür ve kendimizden geçeriz.
Hele bir zamanlar bu meşher ve bu kitap, rüyalara sığmayacak kadar baş döndürücü, hülyaları avlamak için kurulmuş tıpkı bir tuzak; yelkenlerini aşk ve muhabbet iklimine açmış muhteşem bir gemi ve ışıktan parmaklarıyla öteleri gösteren bin bir kandilli bir avize gibiydi. Zümrütten tepeleri, üfül üfül vadileri, içinde binler-yüz binler canlının oynaştığı, kaynaştığı ormanları, Cennet bahçelerini hatırlatan bağları, bostanları; cıvıl cıvıl kuşları, çığlık çığlık böcekleri, gökten akıp gelen rahmet ve bereketi, bu rahmet ve berekete karşı, yeryüzünde temiz sinelerden fışkırıp semalara doğru yükselen hamd ü senâlarıyla uhrevî âlemin bir kıyısını teşkil ediyordu...
Evet, tabiatı bu şekilde duyan, hisseden gönüller, Kudret Eli’nin onun bağrından fışkırttığı ses, nağme, tat, koku ve güzelliklerin tiryakisi gibi, onları görmeden, tatmadan, onlarla söyleşip konuşmadan edemezlerdi. Edemezlerdi, zira onlarla öyle hemhâl olmuşlardı ki; nasıl nefis bir yiyecek ve içecek karşısında tükürük bezlerimiz harekete geçer; nasıl “ney”i görünce, gayri ihtiyari bir şeyler mırıldanırız... Öyle de, onun mütalâasıyla sermest bu temiz ruhlar, ona her bakışta, ötelere ait farklı şeyler hisseder, farklı şeyler duyar ve hep ürperirlerdi.
Nasıl ki, bir köşk, bir yalının mimarisi, mimarisindeki incelik ve zarafeti, köşkün ve yalının ötesinde, bizlere başka şeyler fısıldar; öyle de bu sanat harikası tabiat meşheri de, varlığının ötesinde, bir var edip gün yüzüne çıkaran, bir tanzim edip ortaya koyan; ortaya koyduğu her eseriyle kendisini hissettiren, fakat azametiyle bir türlü sezilemeyen, insan idrak ve ihatasının üstündeki, bütün nizam ve güzelliklerin hakikî kaynağını onların vicdanlarına duyurur ve mest eder.
Tabiatta mimari, semalarla iç içe gibidir. Dağların, o mehîb edalarıyla başlarını semanın eteklerine dayamış gibi görünmeleri; göklerin, bu şiddetli vuslat arzusuna karşı kendilerini salıvermeleri, evet bu mimari, bütünüyle ne tatlı bir remizdir! İnsan hayali, çiçeklere konup-kalkan arılar gibi, onun güzelliğinin akislerine kona kalka ufka kadar ilerler... Oraya ulaşınca da, yeniden başlayacak bir seferle, yolların gökler ötesi sonsuza doğru uzayıp gittiğini sanır. Sanır da, ruhunun derinliklerinde ötelere ait nağmeler duymaya başlar. Hülyalarıyla bu âlemde uzun süre kalmayı başaranlar; sevdasıyla yanıp tutuştukları, hasretini vicdanlarında duydukları hakikî Sevgili’nin vuslatına erer ve bu tatlı rüyadan uyanmak istemezler...
Kalb, ruh ve vicdanlara bin bir haz ve lezzetin akıp durduğu bu irfan kuşağında seyahate azmetmişler için tabiat, gönüllere inşirah salan manzaraları, rengârenk tepeleri, hülyalı dağları, baygın bahçeleri, ürperten koruları, çağıltılarla akıp giden çayları ve “Vahdet, vahdet!” diye denizlerle bütünleşen ırmaklarıyla... evet, bütün bunlarla bilhassa, bahar ve yaz mevsiminde tam bir güzellik meşheri; bir keyif, bir neşe, bir huzur, bir hayal diyarıdır âdeta.
Bu kitap ve meşherin, her yanının ayrı bir ihtişamı, ayrı bir şiiri, ayrı bir füsunu vardır. O, bu ayrı ayrı güzellikleri, güzelliklere birer buud teşkil eden renkleri, şekilleri, biçimleri ve “Olandan daha muhteşemini bulmak mümkün değil!” dedirtecek kadar tasavvurlar üstü endamıyla, güzellik müsabakasına arz edilmiş gibidir. Bu güzellikler galerisine uyanan ruhlar, varlığı daha bir derin görmeye başlar ve her şeyde tasavvur üstü bir güzellik mûsıkîsi dinlerler... Bu sermest gönüller nazarında ağaçlar “Hû” der semaa kalkar; güller, çiçekler, kendilerine mahsus dillerle Yüce Yaratıcı’yı ilân eder ve müşâhedesine doyum olmayan renkleriyle zambaklar, menekşeler, leylaklar; bayıltan rayihalarıyla güller, karanfiller, yaseminler; büyüleyici edâlarıyla kamelyalar, orkideler, manolyalar bizlere hep o gizli güzellikten bir şeyler fısıldarlar. Burada zaman öyle derince duyulur ki, insan âdeta soyunun yaşadığı bütün devirlerdeki güzellikleri birden görür, duyar ve yaşar...
Hele, bazı yerler, hiç değişmeyen mevsimleri ve hazan bilmeyen iklimleriyle o kadar derin, o kadar göz kamaştırıcıdır ki, insanlar, buralarda güzelliklerin son kıyılarına yaklaşır gibi olur; yaklaşınca da burayla öteleri iç içe ve bir arada görmeye başlar: Buranın yamaçlarında Cennetleri heceler; buradaki nehirlerde Cennet ırmaklarının çağıltılarını duyar; buradaki ağaçların salınmasında Firdevs bahçelerinin esintisini hisseder... Hâsılı, buradaki bütün güzelliklerin çehresinde sonsuz güzellikleri duyar, müşâhede eder ve insan ömrünün bu zevkleri bütünüyle yaşamaya yetmeyeceğini düşünerek ebediyet arzusuyla gerilir; sonra da bu hayatî arzuyu yerine getirebilecek Kudreti Sonsuz’a yönelir.
Rahmeti Sonsuz tarafından yaratılıp insanoğlunun tenezzüh, müşâhede ve mütalâasına sunulan bu muhteşem kitap, bu büyüleyen meşher, ne acıdır ki bugün, bir çöp yığını kadar dahi önemsenmemekte ve ihtimam görmemektedir. Önemsenme ve ihtimam görme şöyle dursun, dört yandan çölleştirme, mezbeleliğe çevirme taarruzları karşısında sarsık, perişan ve lime limedir.
Bugün artık, emir ve iradenin muhteşem bir arşı olan hava, ifritten bir duman ve kahırla dalgalanan bir girdap.. Hakk’ın, hayat ve lütuf kaynağı olan sular, tehlike ile çağlayan birer seylap ve hayata kapalı birer zift kanalı; Rahmeti Sonsuz’un ihsan ve keremini, hazinedarlık plânında temsil eden toprak, bini bereketi akıp gitmiş bir çorak, kuvve-i inbatiyesi kaybolmuş bir çöl ve ekolojik dengesi bozulmuş bir ölüm ülkesi gibi...
Bize emanet edilen her şey gibi, bu mücessem kitaba, bu muhteşem meşhere de yazık ettik. Yazık ettik çölleştirdiğimiz ovaya-obaya.. yazık ettik kirlettiğimiz denize-çaya.. yazık ettik toprağa-havaya.. ve yazık ettik içinde yaşanılmaz hâle getirdiğimiz ormana, bağa, bahçeye... Daha doğrusu Cennet’e benzeyen bu güzel dünyayı Cehennem’e çevirmekle yazık ettik kendi kendimize..!
Şayet insanlar, nizamını bozup kirlettikleri bu dünyayı, yeniden imar edip eski güzellik ve ihtişamına ulaştırmazlarsa, bu güzel dünyanın Nuh Tufanı gibi hâdiselerle enkaz yığınları halinde başımızdan aşağı dökülmesi kaçınılmaz olacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder