HADİSLER ARASINDA dolaşırken, Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselamın kendisinden sonra vuku bulacağını bildirdiği hadiselerden birinin, ‘gırtlaklardan aşağıya inmeyen’ ilimle ilgili olduğunu öğretir insana. Efendimiz aleyhissalâtu vesselamın bildirdiğine göre, kendisinden sonra bir zümre gelecek, Kur’ân’ı âdeta şarkı söyler gibi okuyacak, ama okunan Kur’ân’ın mânâları gırtlaklarından aşağıya geçmeyecektir. Yine, âhir zamanda bir zümre zuhur edecek; onlar, Kur’ân’ı okuyor ve yaratılmışların en hayırlısının (a.s.m.) sözünü söylüyor oldukları halde, imanları gırtlaklarından öteye geçmeyecektir. Yine, özelde Haricîlere hitap ediyor olan, ama genelde herkesin ders alması gereken bazı hadis rivayetlerinde de, okunan Kur’ân’ın ve edinilen ilmin ‘gırtlaktan öteye geçmesi’ne dair bir davet vardır. Diğer taraftan, Hesap Gününe dair bir hadis, o gün bütün insanların kendilerinden tevahhuş ettikleri bir hal ve ses üzere Mahkeme-i Kübra’ya arzolunan bir zümrenin haberini verir. Onlar, öğrendikleri ve aktardıkları ilim boğazlarından aşağıya geçmeyen âlimlerdir.
Bütün bu hadis rivayetlerinden ümmetin çıkardığı ortak bir ders vardır. Bu hadislerin akılda olanın kalbe de inmesi; dilin söylediğini kalbin de tasdik ediyor olması; öğrenilen ve aktarılan ilimle ediyor olma dersi ve mesajı taşıdığı, ümmetçe musaddak haldedir.
Kudsî nebînin, ilgili hadisler ile bu dersi ve bu mesajı veriyor olduğu aşikârdır; ama o, bu hadisler ile sadece bu dersi ve mesajı mı vermektedir? Bir sözünde çok hikmetler yüklü kudsî nebînin, sözkonusu hadisler ile başkaca dersler de veriyor olması mümkün değil midir? Meselâ, ilgili hadislerde ‘gırtlaktan aşağısı’ ile kastedilen, sadece ‘kalb’den mi ibarettir? Bu hadisler, kalbin yanısıra, başkaca organlara ve başkaca mânâlara da işaret ediyor olabilir mi?
Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselamın sözkonusu hadislerine bir de bu soruların teşvik ettiği merak ve dikkat ile bakıldığında, hele ki bütün bu hadislerin mesajının ‘gırtlak’ veya ‘boğaz’da düğümlendiği hesaba katılırsa, bir başka organ ve bir başka mânâ daha kendisini ele veriyor.
Nasıl gırtlaktan insana bedenine hem hava, hem gıda giriyor; temiz hava akciğer üzerinden kalbe erişip kana karışıyorsa; keza gıda ise mide üzerinden kılcal damarlara, oradan kana karışıyorsa; ‘gırtlaktan ötesi’ne işaret eden ilgili hadisler de, her halde, kalbin yanısıra mideye de işaret ediyor.
Ve, ilgili hadisleri ‘mide’ metaforu üzerinden anlama çabasına girdiğimizde, gelen hakikatin, edinilen ilmin kendi iç dünyamızda yaşaması gereken istihaleye dair bir ders de çıkıyor karşımıza. Bir ders: edinilen ilmin, öğrenilen hakikatin ‘hazmedilmesi’ne dair…
Ve tam da burada, ‘hazmedilen ilmin’ bir örneği olarak, Kur’ân’da birer kudret ve rahmet mucizesi olarak övülen iki nimet insanın hatırına geliyor: Ot, diken veya saman yiyip su içen koyunun, keçinin, ineğin veya devenin yediklerini hazmetmesine mukabil kan ve dışkı arasından insane en safi, en halis, en öz gıdayı, sütü sunması… Aynı şekilde, binlerce çiçeği dolaşan arının, ‘hazmedilmeden’ toplandığında besleyici ama tatsız polen tabletleri olarak karşımıza çıkan malzemeyi hazmedip bal gibi en leziz, en tatlı, en şifalı bir gıdayı insanların önüne koyması…
Bu açıdan bakılırsa, akıldaki bilginin ve dildeki hakikatin ‘gırtlaktan öteye geçmesi’ gereğine işaret eden hadislerin, kendi hayatlarımız kadar, başkaca hayatlara da bakan bir veçhesinin olduğunu düşünüyorum. İnsan, dildeki hakikati boğazdan aşağı geçirip kalbe indirmeli ki, kalb o hakikatin temiz havasıyla tasaffi etsin. Yine insan, akıldaki bilgiyi mideye indirmeli ki, o bilgi ot ve saman, diken veya polen olarak kalmasın, veya süte veya bala dönüşsün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder