SELAMUN ALEYKÜM
İnşaallah istifadeye medar olur!!!!!!
9 Ağustos 2010 Pazartesi
Demir Dengesi ve Hepsidin
Vücudumuzdaki bir maddenin miktarı bulunması gereken sınırların altında veya üstünde olduğunda bir problem ve hastalık var demektir. Meselâ normal sınırlar dâhilinde oksijen hayatî bir molekül iken, fazlası oksijen zehirlenmesine sebep olmaktadır. Demirin eksikliğinde kansızlık (anemi) ve buna bağlı kalb yetmezliği ortaya çıkarken, fazlalığı (hemosiderozis ve hemokromatozis) ise karaciğerde siroza, kalbde yetmezliğe ve pankreasta iltihaba (pankreatit) sebep olmaktadır.
Demir vücutta hiçbir zaman serbest hâlde bulunmaz. Kanda transferin proteinine bağlanarak taşınır. Karaciğerde ise ferritin denen depo proteine bağlı olarak bulunur. Eğer demir serbest hâlde bulunsaydı, hücrelere zarar verir hattâ onların ölümüne sebep olurdu. Demir dengesinin sağlanmasında çok sayıda mekanizmanın işletildiği eskiden beri bilinmektedir. Demir dengesinde bağırsaklar önemli bir vazife yüklenmiştir. Sağlıklı bir insanda bağırsaklardan günde yaklaşık 2 mg demir emilirken yaklaşık aynı miktar demir de atılır. Yeni keşfedilen ve karaciğerde üretilip kana verilen bir hormon olan hepsidin, bir tahterevalli sistemi gibi çalıştırılarak bu hassas demir dengesinin korunmasına yardımcı olur. Bu harika moleküle ayrıca bakterileri öldürme ve onların vücutta çoğalmalarını engelleme görevi verilmiştir. Uzun süren mikrobik hastalıklarda hepsidin miktarı artmakta ve buna bağlı olarak vücuttan atılan demir miktarı da arttığından kansızlık hastalığı ortaya çıkmaktadır.
Bu açıdan hepsidinin de dengeli üretilmesi gereklidir. Çünkü doğuştan, fazla hepsidin birikimine sahip hayvanlar çok kısa sürede demir eksikliğinden ölür. Bazı kanser türlerinde hepsidin sentezinde artış olur ve buna bağlı olarak hastaların demir emilimi bozulur. Arkasından da ciddi demir eksikliğine bağlı anemi ortaya çıkar.
Tam tersine hepsidin vücutta yeterince sentezlenemediğinde demir birikimi hastalıkları ortaya çıkar. Böylece demirin plâzmaya çıkışı engellenir. Hepsidin ince bağırsaktan demir emilimini azaltır. Bu özelliğinden dolayı hepsidine fazla demirin zararlarından koruyucu molekül diyebiliriz. Hepsidin de diğer bütün moleküller gibi bu tip düzenlemelerdeki hassas dengeleri bilmediği hâlde, demir kullanılması ve depolanmasına ait süreçte yaratılıştan kendisine verilmiş rolü hatasız sürdürmektedir. Bu da onun, her ân İlmi ve Kudreti Sonsuz'un emri altında hareket ettiğini gösterir.
Şayet vücutta demir ihtiyacı yoksa, hepsidin sentezi artar ve akabinde karaciğerdeki demir depolarındaki demirin kana geçmesi engellenir. Diğer yandan kırmızı kan hücresi (alyuvar) yapımı hızlanırsa, dokulara ve hücrelere taşınan oksijen miktarı veya vücuttaki demir depoları azalırsa, karaciğer israfa girmemek için hepsidin üretimini azaltır. Besinlerle veya ilâç olarak demir verilmesi ise karaciğerde hepsidin üretimini artırır.
Doku tahribatı neticesinde oluşan iltihabî durumlarda da hepsidin üretimi artırılır. Mikroplar, darbe, ameliyat, sıcak soğuk gibi dokuları zedeleyen durumlar iltihaba sebep olur. Burada iltihap meydana getirilmesindeki gâye, serbest demirin mikroplar tarafından alınıp çoğalmalarına zemin oluşturulmamasıdır. Vücutta demirden mahrum kalan mikroplar da daha kolay ölür veya üremeleri engellenir. Ancak mikroplarla savaşırken vücudun kendisi de demirden mahrum kalabilir. Çünkü iltihabî durumlarda aşırı salgılanan hepsidin, bağırsaklardan kana demir emilimini engellemektedir. Bu sebeple vücudu tahrip eden uzun süreli hastalıklarda, kaçınılmaz olarak kronik hastalık anemisi ortaya çıkmaktadır.
Netice olarak çok müthiş bir düzenleme ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Tüberküloz başta olmak üzere mikrobik hastalıklar ve uzun süreli tahrip edici hastalıklarda ortaya çıkan anemi, aslında vücudun bir savunma mekanizmasıdır. Bu mekanizmada hepsidin hem demir miktarını azaltarak ve hem de mikropların öldürülmesini sağlayarak faydalı olmaktadır. Bu durumda kansızlık tedavisine, vücuttaki bütün dengeleri gözeten bir bakış açısıyla yaklaşmak, sistemci düşüncenin bir gereğidir. Hekimler insan vücuduna sadece belli bir açıdan ve küçük bir kısmını dikkate alarak yaklaşır ve bütüncül perspektifi gözden kaçırırlarsa, tedavilerde çok yanlış neticelerin çıkabileceği unutulmamalıdır.
*******
Prof.Dr. Ömer ARİFAĞAOĞLU ***********
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder