SELAMUN ALEYKÜM

İnşaallah istifadeye medar olur!!!!!!

24 Eylül 2011 Cumartesi

Terazinin iki kefesi ..?


Zihnimiz her zaman Kur’ân ve îman hizmetiyle meşgul olmalı; zira temel vazifemiz budur. Diğer dünyevî çalışmalarımız ve meşgalelerimiz aslî değil; tâli vazifeler olup âhireti kazanma noktasında basamak ve vesilelerdir. Dünya âhiretin tarlasıdır. Âhiretin yerini tutacak kıymeti yoktur. Bu itibarla dünyaya dünya kadar, âhirete de âhiret kadar kıymet vermek gerekir.

Her şey kaderde yazılıdır. Hatta cennetlik ve cehennemlikler bile kader-i ilahide bellidir. Nitekim sahabe-i güzîn efendilerimiz sormuş:

—“Ey Allah’ın Rasulü, her şey kaderde yazılıysa çalışmayı bırakıp Allah’ın takdirine bağlanmalı değil miyiz? (Bizler niçin bu kadar zahmete giriyoruz, niçin cihad ediyoruz?) Çünkü bizden kim saadet ehlinden ise saadet ehlinin ameline yönelecek, kim de şaki ise şaki ehlinin ameline yönelecektir. Resûlüllah (sav):

—Ancak, iyilik ehline iyilik ameli kolaylaştırılacak, günah ehline de günah ameli kolaylaştırılacaktır.” (sizler amel-i sâlihi tercih edin) buyurdu. (Sahih-i Buhârî)

Bizler amel-i sâlihi tercih etmekle mükellefiz. Dualarımızla, ibadetlerimizle, çalışmalarımızla hayırların celbine, tövbe ve istiğfarla ve de her türlü kötülükten rabbimize sığınmakla şerlerin def’ine çalışmalıyız.

Zihnimiz her zaman Kur’an ve iman hizmetiyle meşgul olmalı; zira temel vazifemiz budur. Diğer dünyevi çalışmalarımız ve meşgalelerimiz aslî değil; tâli vazifeler olup âhireti kazanma noktasında basamak ve vesilelerdir. Dünya âhiretin tarlasıdır. Âhiretin yerini tutacak kıymeti yoktur. Bu itibarla dünyaya dünya kadar, âhirete de âhiret kadar kıymet vermek gerekir. Düşünce dünyamız buna göre şekillenirse Rabbimizin lütuf ve inayetiyle nice güzelliklere ulaşabilir, nice muvaffakiyetlere erişebiliriz. Bu meyanda küçük bir hatıramı sizlerle paylaşmak istiyorum.



MÂNÂLI BİR TEVAFUK



Bir gün akşama yakın okuldan çıktım, eve doğru gidiyorum. Beynimde hizmet düşünceleri, hayalleri, projeleri var. Bir ara kalem almak için yolumun üzerindeki kırtasiyeye girdim. Kalemin ücretini vermek için elimi cebime attım, param yok. Üzerime para almayı unutmuşum. Çantamın cebinde para olabilir düşüncesiyle elimi çantama attım, arabamın anahtarı geldi elime. Eyvah, arabayı okulda unutmuşum. Çoğu zaman okula yaya gidiyordum. O gün arabayla gittiğim halde, her zamanki alışkanlıkla yaya olarak evin yolunu tutmuşum. Durumu fark edince derhal geri döndüm. Dalgın biraz da yorgun bir şekilde okula doğru giderken birisi selam verdi. Kafamı kaldırıp baktım, hafiften uzun boylu bir delikanlı. Yüzü pek de yabancı gelmiyor bana.



—Sen Mustafa olmalısın.

—Evet, hocam, ben O’yum.

—Ne kadar da büyümüşsün. 7. sınıfta senin dersine girmiştim. Acaba aradan kaç yıl geçti?

—Yaklaşık 6 yıl oldu hocam. Ben ilköğretimden sonra hafızlığımı tamamladım ve şu anda İmam Hatip Lisesine gidiyorum.

—Seni zaman zaman arayıp sordum.

—Doğru hocam, selamlarınızı hep aldım; ancak sizi ziyaret etmekte tembelliğim oldu, kusuruma bakmayın.

—Her ne ise, artık geleceğe bakalım. Biz öğrencilerle çalışmalar yapıyoruz. Sen de aramıza katılırsan çok memnun olurum.

—Hocam bu zamana kadar çok kişiden böyle teklifler aldım, ancak hiçbirine gitmedim. Sizin çalışmalarınıza gelirim, zira sizin benim üzerimde emeğiniz çok.



Karşılıklı telefonlarımızı alıp verdik ve ayrıldık. O arkadaşımız şimdi bizimle beraber güzel çalışmalara imza atıyor.

Her gün okula yaya gittiğim halde o gün arabayla gidişim, arabayı okulda unutuşum tesadüf olabilir mi sizce? Elbette hayır! Zira tesadüf; bir şeyin plansız, programsız, rast gele yapılması demektir. Hâlbuki kâinatta zerre kadar da olsa hakiki mânâda tesadüfe yer yoktur. Her şey bir hikmet, bir gayeye matuf olarak kaderde planlanmıştır. Yine, kalem almak için kırtasiyeye uğramam, cebimde paramın olmayışı, çantamın cebini yoklamak zorunda kalıp arabamın anahtarını fark edişim tesadüfe havale edilebilecek kadar basit hadiseler olmasa gerek. Üst üste gelen bu tevafukların sırrı sonradan daha iyi anlaşılıyor. Meğer bu saydıklarım ne kadar hikmetliymiş! Kader-i ilahi yıllar sonra o delikanlıyla beni buluşturmak için ne de güzel program yapmış!



BİR KELİME KURTULUŞ SEBEBİ OLABİLİR



Bu, küçük hadiseden çıkarılabilecek güzel, bir o kadar da büyük neticeler var elbette:

1. Başta da ifade ettiğimiz gibi, her şey kaderde programlanmış. Bizler vazifemizi hakkıyla yapmaya çalıştıktan sonra Cenab-ı Hak, hiç beklemediğimiz zamanlarda, beklemediğimiz fırsatlar karşımıza çıkarabilir. Cüz’î iradesini îman ve Kur’ân hizmetinde kullanmak isteyen nasipli kimselerle bizleri değişik vesilelerle buluşturabilir.

2. Îman, Kur’an hizmeti mukaddes bir vazifedir. Bu yolun yolcusu, şefkat ve merhametiyle bütün insanları kucaklayabilmelidir. Onları gönülden sevmeli, onlara kendini sevdirmesini bilmelidir. Bu frekansı yakalamadan başkaları üzerinde etkili olmak elbette mümkün değildir. Seni sevmeyen, senin yaptıklarını da sevmez. Sana itimadı olmayanın senin çalışmalarına da itimadı olamaz.



3. Değişik vesilelerle tanıştığımız, temas kurduğumuz kimseler vardır elbette. Onlarla irtibatı kesmemek gerekir. Dolaylı da olsa, uzaktan da olsa aradaki bağı devam ettirmekte fayda var. Nihayetinde aradan yıllar geçse dahi onlarla tekrar karşılaşabilir ve onlara hizmetimizi, teklifimizi, tebliğimizi yineleyebiliriz.

4. İlk defa karşılaştığımız kimseler olabilir. Muhatabın durumuna göre, uygun bir şekilde düşüncelerimizi ve çalışmalarımızı anlatmakta fayda vardır. Madem kader, o kimseyi bizimle buluşturmuş, bizim de üzerimize terettüp eden vazifeyi ifa etmemiz icap eder. Bu noktada gevşeklik göstermemiz uygun olmaz. Nitekim Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle; “Bazen bir kelime sebeb-i necat olur.” Yani, bazen bir kelime bir kimsenin kurtuluşuna vesile olabilir. Bizler o, bir kelimeyi söylemekle şu hadis-i şerife mazhar olabiliriz:

“Ya Ali! Allah senin vasıtanla tek bir kişiye hidayet ederse; Allah’a yemin ederim ki o, senin için kızıl develere sahip olmaktan daha iyidir.”



Meseleyi diğer yönüyle ele aldığımızda da şunu görürüz: Tebliğe ait o birkaç kelimeyi söylemekteki cimriliğimiz o kadar kazancın kaçıp gitmesine sebep olur. Üstüne üstlük üzerimize büyük bir mesuliyeti de yıkarak gider. Terazinin iki kefesi var. Birinde sevap, diğerinde mesuliyet söz konusu… Sevabı çok olan fiillerin manevi mesuliyeti de o nispette çok olur. Hadis-i şerifin ifadesiyle; bir kişinin bizim vasıtamızla imanını kurtarması bizim için sahralar dolusu koyunu Allah yoluna vermekten daha hayırlıdır. Öyle ise, hizmet ve vazifede lakayt kalmak, hem o müthiş kârı kaçırmaya, hem de ind-i ilâhide şiddetli mesuliyete sebep olur.

Akıllı insan kâr ve zararını iyi hesap eder. O kadar kârı niçin kaçıralım? Bir kişinin ebedi selameti uğruna birkaç kelimeyi veya cümleyi niçin esirgeyelim? Verilen ücret az mıdır ki bu noktada tembel davranalım ve birkaç kelime söz söylemede veya yapacağımız diğer fedakârlıklarda cimriliğimiz olsun?


Cenâb-ı Hakkın, vazifemizi müdrik, nice güzel çalışmalar ihsan etmesi dileğiyle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder