SELAMUN ALEYKÜM

İnşaallah istifadeye medar olur!!!!!!

25 Eylül 2011 Pazar

Nasihat nasıl tesirli olur?



Her şeyden evvel, yaptığımız nasihatin tesirli olması için muhatapların seviyesini ve ihtiyacını göz önünde bulundurmamız gerekir. Zira insanların ihtiyaçları zaman ve zemine göre, insanları etkisi altına alan hadiselere binaen elbette farklı olacaktır. Nasıl ki hastalığın mizacına göre ilaçlar tebeddül ediyor, değişiyor, öyle de dinleyenlerin seviyelerine uygun bir sohbet yapılmalıdır ki hikmetli ve güzel bir nasîhat olsun. Yoksa o dersten istifade ya az olur veya hiç olmaz.


Resûlullah (asm), “Din nasîhattir” deyince, etrafındaki sahabeler: “Kimin içindir yâ Resûlallah?” dediler. Resûl-i Ekrem cevâben şöyle dedi: “Allah içindir”. (Allah’ı hakkıyla tanımak, emir ve yasaklarını bilmek ve bildirmek ve hukukuna riâyet etmektir.) “Ve Allah’ın kitabı içindir”. (Onu lâyıkıyla öğrenmek ve öğretmek, hükümlerini yaşamak ve yaşatmaya çalışmaktır.) “O’nun Resûlü içindir”. (Ona muhabbetle ittibaa çalışıp, O’nun sünnet-i seniyesini ihyâ etmektir.) “Ve Müslümanların imamları ve idarecileri içindir”. (Hayır ve hasenatta onlara yardımcı olmak, şer ve fenalıklarına engel olmaya gayret etmektir.) “Ve onların umumu içindir”. (İlâhi emir ve yasakları onlara tebliğ etmek, İslâmiyet’i öğreterek yardımcı olmaktır.) Bu hadis-i şerifte, nasîhat şeriatin emir ve yasaklarına uymayı netice verdiğinden, dîni ayakta tutan bir vesîle, hatta dînin kendisi olarak tarif edilmiştir. Evet, dînî hayatın devamı ancak nasîhatle, emr-i bil’ma’ruf ve nehy-i ani’l-münkerle mümkün olabilir.Başka bir hadîs-i şerifte de şöyle buyrulmuştur: “Ya emr-i bil’ma’ruf ve nehy-i anil’münkeri yaparsınız veyahut Allah sizin şerli olanlarınızı sizlere musallat eder. (Sonra) hayırlı olanlarınız duâ ederler fakat duâları kabul edilmez.”

Bu iki hadîs-i şerîften çıkan kat’î netice şudur: Mü’minlerin dünyevi felaketlerden ve uhrevi azabdan kurtulması, ancak ve ancak emr-i bil’ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker ile mümkündür.


MANEVÎ CİHAD



İslâm dînini yaşamak ve yaşatmaya çalışmak cihad-ı manevîdir. Manevî Cihad ise maddî cihaddan daha mühim ve daha büyüktür. Hanefi âlimlerinden Cessas şöyle der : “‘Eğer iki cihaddan hangisi üstündür, kılıç ve mal ile yapılan cihad mı, yoksa ilimle yapılan cihad mı?’ denilirse, bu soruya şöyle cevap verilir: kılıçla yapılan cihad, ilimle yapılan cihada mebnîdir. İlmin gerektirdiği şeyler bilinmeden kılıçla yapılan cihadı gerçekleştirmek câiz olmaz. İlimle yapılan cihad asıl, kılıçla yapılan cihad o aslın dalı hükmündedir. Asıl olanın fazilet noktasında fer’den daha üstün olduğu açıktır.”

Bu İslâmî esas, bütün ümmetler için de geçerli olmuştur. Onlar da dinlerini öğrenip yaşadıklarında ve öğretip yaşatmaya çalıştıklarında saadet ve selâmet bulmuşlar. Bunu terk ve ihmal ettikleri zaman da felâket ve helâkete mâruz kalmışlardır.

Nasîhatın tesirli olmasının birçok sebepleri vardır. Rabbimizin tevfîkine itimâden bizzat idrak ettiğimiz ve ehemmiyetli bildiğimiz birkaçına işaret edeceğiz:

1- Nasihat, dinleyenlerin seviyesine uygun olmalıdır:

Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “Rabbinin yoluna hikmetle, güzel nasihatla davet et!” (Nahl: 125). Hikmet her şeyi yerli yerine koymak demektir. Bu tarife göre “insanları Allah’a hikmetle davet” etmeyi, “herkesin seviyesine göre konuşmak” olarak anlayabiliriz. Bu hususta peygamberimiz (sav) da şöyle buyurmuştur: “Biz peygamberler, insanlara akıllarının derecesi miktarınca konuşmakla emrolunduk.”

Bu ayet ve hadisten anlaşılacağı üzere, her şeyden evvel, yaptığımız nasihatin tesirli olması için muhatapların seviyesini ve ihtiyacını göz önünde bulundurmamız gerekir. Zira insanların ihtiyaçları zaman ve zemine göre, insanları etkisi altına alan hadiselere binaen elbette farklı olacaktır. Nasıl ki hastalığın mizacına göre ilaçlar tebeddül ediyor, değişiyor, öyle de dinleyenlerin seviyelerine uygun bir sohbet yapılmalıdır ki hikmetli ve güzel bir nasîhat olsun. Yoksa o dersten istifade ya az olur veya hiç olmaz.

Evet, yapılan vaaz ve nasihat az dahi olsa anlaşılması şarttır. Anlaşılmayan bir ders çok olsa da bir mâna ifâde etmez.



ZAMANIN GEREKLERİNE GÖRE NASİHAT


Meselâ bundan bir yüz sene önce bütün halkın Kur’ân ve sünnete büyük bir bağlılığı vardı. Ayet ve hadis söylendiği zaman veya bir müctehidin, bir evliyanın sözü nakledildiğinde itiraz eden olmazdı. “Allah vardır” dendiği zaman, “Görmediğime inanmam!” diyen yoktu. “Ahiret vardır” denilince, “Kim gitmiş de gelmiş?” diyen bulunmazdı. Îmân umumî idi. Bin kişiden ancak bir tanesinin îtikadı bozuk olabilirdi.

Fakat zaman geçtikçe batı medeniyetinin tesiriyle, derd-i maişet ağırlaşmasıyla, ahlaksızlığın artması ve dini alanda cehaletin yaygınlaşmasıyla, insanlar maneviyattan ve ahiret meselelerinden uzaklaştı. İnsanlar maddiyattaki inkişaf ve terakkileri nispetinde maneviyatta tedennî edip geri kaldılar.


Bugünkü insanlara İslami bir şey anlattığımız zaman, onlar bizden delil ve ispat istiyorlar. Eğer İslami mevzuları delil ve ispatla anlatıyorsak onları ikna edebiliyoruz. Aksi halde “Bu budur kabul et!” demekle onları inandıramıyoruz.

Hulasa; Osmanlı zamanında teslimiyet kuvvetli olduğundan onlara tesir eden nasihatler, bugünkü insanlara tesir etmez. Bu günkü insanları o zamanın köşelerine çekip aynı dersleri vermek, “Rabbinin yoluna hikmetle, güzel nasihatle davet et!” mealindeki Kur’ân’ın üslûbuna uygun düşmez.

“İnsanlara akılları miktarınca (onların anlayabilecekleri tarzda) onlarla konuşunuz.” kaidesine ittibaen biz, onların seviyesine inerek, anlayıp idrak edebilecekleri dersler vermek mecburiyetindeyiz. Ta ki söylediklerimiz hikmetli ve güzel bir mev’ize olsun.


Müslim, Ebû Dâvud, Neseî
Taberani, Bezzar.
Ahkamü’l-Kur’ân. c.4, s.318, Ebû Bekir Cessas, Daru ihyau’t-Turasil Arabi, 1405, Beyrut.
Keşfül Hafa, c.1, s.196, hn:592

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder