SELAMUN ALEYKÜM

İnşaallah istifadeye medar olur!!!!!!

24 Eylül 2011 Cumartesi

Âilenize tebliğ yapıyor musunuz?


Evlerine girdiklerinde selam vermeyen ve gönüllere hitap etmeyen âile babaları, kapıyı güler yüzle açmayan anneler, ilgi eksikliğiyle elmas gözleri kararmış evlatlar... Oysa onlar nasıl ninniler söyleyerek büyütülürler: “Dandini dandini donatmış, Allah neler yaratmış, gözleri kudret halkası, burnu Kâbe hurması…” Büyüyünce kendini donatandan habersiz, burnu Kâbe kokusu almayan, gözleri kudret hakikatlerine kapalı ilgisiz bırakılan çocuklar.

Çocuklarımız ile beraber zaman geçirelim! Medine’de Resûlüllah’ın elinden tutan ve sırf elini bırakmadığı için onun elini kendi elini bırakana kadar bırakmayıp bekleyen, hem namazda secdede mübarek omuzlarına çıkan evlatları için secdesini uzatan, hem çocuk ağlaması duyduğunda namazını kısa kesen, zorlamadan sevdiren, bir meclise girdiğinde çocuklara da büyükler gibi ilgi gösteren, kuşu ölen bir çocuğa taziyeye giden bir peygamberimiz olduğunu unutmayalım!

Tarih birçok kahraman kumandanlar ve toplum önünde çok sevilen örnek şahsiyetler görmüştür. Cephede zaferleri kazanan bu kahramanlar evlerinde ateşten gömlek giyerler. Dışarıda huzuru bulup bazen içeride kaybederler. İşte âile ve içtimai hayat dengesi, ahir zaman hayatında böyle garip halleri görünen nice mevzulardan biridir.



Bu dengesizliği şöyle de ifade edebiliriz: Âileyi ihmal, çocukları ihmal, başkalarını ve başkalarının çocuklarını tekmil.

Kalenin dışını muhkem tutup, kalenin içini ve duvarlarını tamir etmeyen bizler, kalenin içine ve duvarlarına sirayet eden sıkıntılar ve belalar, kale içindekilerle büyüyüp yeşerinceye kadar farkına varmayız. Tâ ki zamanla bu ilgisizliğin ve metotsuzluğun meyvelerini çocuklarımızın üzerinde bizim çizgimize hiç yakışmayan hareketleri görünceye kadar. Bu öyle bir hastalıktır ki sessizce büyür, zamanla vurur ve tamiri zordur. Çoğu zaman, ilerleyen yaşların zor kabullenebileceği ve kaldırabileceği zaman ve sabır ister.


Hepimiz bu konularda, âile ve âileye tebliğ ile ilgili çok yazılar okumuş ve sözler duymuşuzdur. Şüphesiz bunların çoğu da doğrudur. Doğru olan bir başka şey vardır ki o da üzerinde bu kadar yoğunlukla konuşulan şeylerin hayata yansıtılamayışıdır.

Evlerine girdiklerinde selam vermeyen ve gönüllere hitap etmeyen âile babaları, kapıyı güler yüzle açmayan anneler, ilgi eksikliğiyle elmas gözleri kararmış evlatlar... Oysa onlar nasıl ninniler söyleyerek büyütülürler: “Dandini dandini donatmış, Allah neler yaratmış, gözleri kudret halkası, burnu Kâbe hurması …” Büyüyünce kendini donatandan habersiz, burnu Kâbe kokusu almayan, gözleri kudret hakikatlerine kapalı ilgisiz bırakılan çocuklar.

Bunun tam tersi hadiseler Müslüman toplumlarda oldukça fazla görülmektedir. Aşırı derecede çocuklarının üzerine yüklenen anne ve babalar, çocukların sorularına çocuğun o tertemiz dimağını bozucu verilen cevaplar, zorla bıktırıcı baskılarla güya ibadete teşvik etmeler ve nihayette dinden soğumuş, maneviyattan yanaşmayan çocuklar.


“NE VERDİNİZ Kİ NE İSTİYORSUNUZ?”

Hep bu ikilemde olan çocuklar, ortada kalmışlar, İslam’ı dengesiz yaşayan âileler (gerçekte buna yaşamak denilemez!), hayatlarında hiçbir dinî eseri tetkik etmeyen ve kendilerine mal etmeyen anne ve babaların sırf bir şeyler söylemek adına çocuklarına söyledikleri sözler… Bir çocuğa dini eğitim hangi yaşta, nasıl, verilir? Onun o tertemiz aklına ve kalbine en uygun bir şekilde nasıl konuşulur? Tüm bu sorularının cevabını karşılamayan hareketler…

Çoğu anne ve babalar dost meclislerinde hatta şimdi otobüs kuyruklarında birbirlerine çocuklarından yakınırlar. Sanki onlar çok mükemmel bir muallim gibi çocuklarına her şeyi verirler ve sonucunda hiç bir şey alamazlar. Başkalarının ellerinde büyüttükleri, kendi rahatları için rahatlarını bozdukları, “Boşver, nasıl olsa büyür!” dedikleri çocuklarından...

Cenâb-ı Hak Kur’ân’da meâlen “İhsanın / iyiliğin karşılığı ancak ihsan / iyilik değil midir” [1] buyurduğu halde vermeden almak gibi hayallerin peşinde olan ebeveynler... Onlara “Ne verdiniz ki ne istiyorsunuz?” sorulduğunda kara kara düşüncelere daldıklarını görürsünüz. Biraz daha konuşunca itiraflar bölümüne geçerler. “Evet haklısınız!” ve benzeri cümleleri ile başlayan ve devam eden sıralı ifadeler…



Bu meyanda çok manidar bir hadise vardır:

“Dağlık bir bölgede adam küçük oğluyla yürürken oğlan ayağını taşa çarpar ve can acısıyla ‘Ahhhh!’ diye bağırır. Dağdan ‘Ahhhh!’ diye bir ses gelir ve bu sesi duyan çocuk hayret eder. Merakla “Sen kimsin?” diye bağırır. Aldığı cevap ‘Sen kimsin’ olur. Çocuk bu cevaba kızar ve ‘Sen bir korkaksın!’ diye bağırır. Dağdan aldığı cevap “Sen bir korkaksın!” olur. Babasına bakar ve ‘Baba ne oluyor?’ diye sorar. ‘Oğlum dikkat et!’ diyen baba, vadiye doğru, ‘Sana hayranım!’ diye bağırır. Ses ‘Sana hayranım!’ diye cevaplar. Baba, ‘Sen harikasın!’ diye yine bağırdığında, bu kez dağdan, ‘Sen harikasın!’ cevabı gelir. Çocuk şaşırmıştır. Ama hala ne olduğunu pek anlayamamıştır. Baba oğluna durumu açıklar: ‘Oğlum insanlar buna yankı derler, ama gerçekte yaşamın kendisidir. Yaşama ne verirsen sana onu yansıtır. Yaşam senin davranışlarının bir aynasıdır. Eğer yaşamında daha çok sevgi istiyorsan, insanları daha çok sev. Eğer sana saygılı davranılmasını istiyorsan, insanlara saygılı davran. Eğer başkaları tarafından anlaşılmak istiyorsan, önce başkalarını anlamaya gayret göster. Eğer insanların sana hoşgörülü ve sabırlı davranmasını istiyorsan, önce sen insanlara karşı hoşgörülü ve sabırlı olmalısın. Oğlum, yaşamda ne ekersen onu biçersin. Bu bir kanundur ve yaşamın her yönü için geçerlidir.’” [2]



İşte Kur’ân, Müslümanları daha başından âilelerini ve yakınlarını kazanmak noktasında “Sen (önce) en yakın akrabalarını uyar”[3], “Ey iman edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateşten koruyun!”[4] gibi âyetlerle ikaz eder. Müfessirler bu ayetleri tefsir ederken âile içi ‘terbiye’ ve ‘ahlâk’ kavramlarının ehemmiyetinden bahsederek ve âile içi dini eğitimin ve âileyi kazanmanın ne derece elzem olduğunu ifade etmektedirler.

Hakikatler böyle iken; “Ben ancak muallim alarak gönderildim” diyen Peygamber Efendimizin, hayatımızın her alanını nurlandıran sünnetleri ile işe başlamalı değil mi?


“GELİN EVE GİRERKEN SELÂM VERELİM!”

Âile reisleri olarak çocuklarımıza maddi ve manevi nasıl muallim olabiliriz sorusunu kendimize sorarak başlayabiliriz. Eksiklerimizi düzeltebiliriz. Bilemiyorsak öğrenebilir veya bilenlerden sorabiliriz, öğrenince hayatımıza tatbik edebilir, çocuklarımıza örnek olmak için gayret edebiliriz.

Gelin önce eve girerken selam verelim! Zira Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana buyurdular ki: ‘Ey oğulcuğum, âilene ulaştığın zaman selam ver ki, selamın, hem senin üzerine hem de âile halkına bereket olsun!’” [5].
Sonra âilemiz ve çocuklarımıza teşekkür etmesini bilelim. Bu onları kazanmamızı kolaylaştıracak, şevklendirecek ve âile hayatımızın rengini değiştirecektir. Zira Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Başkasına teşekkür etmeyen Allah’a şükür etmez!” Buyurmaktadır.

Çocuklarımız ile beraber zaman geçirelim! Medine’de Resûlüllah’ın elinden tutan ve sırf elini bırakmadığı için onun elini kendi elini bırakana kadar bırakmayıp bekleyen, hem namazda secdede mübarek omuzlarına çıkan evlatları için secdesini uzatan, hem çocuk ağlaması duyduğunda namazını kısa kesen, zorlamadan sevdiren, bir meclise girdiğinde çocuklara da büyükler gibi ilgi gösteren, kuşu ölen bir çocuğa taziyeye giden bir peygamberimiz olduğunu unutmayalım!

Eve geldiğimizde önümüze yemeğimizi koyan, evden çıktığımızda elmas gözlü çocuklarımızı emanet ettiğimiz, Resûlüllah Efendimiz’in son nefesinde bize haklarına dikkat etmemizi öğütlediği eşlerimize ve çocuklarımızın annelerine onlara yakışır biçimde davranalım!



Bediüzzaman Hazretleri, dünya ve ahiret hayatını kazanmak için, “Din, hayatın hayatı, hem nuru, hem esası” kaidesinden bahseder. Bizlerde âile hayatımızı kazanmak gayesi ile hep birlikte kendimizin ve özellikle de çocuklarımızın peygamberi bir ahlak üzerine yetiştirilmesi için sünneti seniyeye sarılalım. On sekiz bin âlemin Muhammed Mustafa’sı (sav) hürmetine isimlerini koyduğumuz çocuklarımız; Mustafa, Ahmed, Mehmet, Zeynep, Fatma, Gülsüm ve Haticelerimizi kendi eksikliklerimizden ve ilgisizliğimizden dolayı hebâ etmeyelim.

Zaman geçmeden!

Tren kaçmadan!

Ecel gelmeden!


[1] Rahman
[2] Tebliğ Notları
[3] Şuara
[4] Tahrim
[5] Tirmizi, İsti'zan 10, (2699)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder