SELAMUN ALEYKÜM

İnşaallah istifadeye medar olur!!!!!!

25 Eylül 2011 Pazar

Bir misyonerle kurban sohbeti: Kurban gerçeği



Amerikalı bir misyonerle yaptığımız uzun bir münazâranın sonunda, sorduğu suâline verdiğim şu mânâdaki cevabı, Kurban Bayramı münâsebetiyle sizlerle paylaşmak istiyorum.

Birçok meseleyi tartıştıktan sonra misyoner:

—Acaba Kur’ân, sevgi ve muhabbete ne derece önem veriyor? diye sordu.



Ben de ona cevaben:

— Kur’ân, sevgi ve muhabbete, Kur’ân’ın temel esaslarından birisiymiş gibi kıymet veriyor. Bedîüzzaman Hazretleri de Kur’ân’ın nazarında ehemmiyetli olan sevgiyi şu şekilde ifade ediyor: “Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur”, dedim. Yine dedi ki:

— Madem Kur’ân sevgiye bu kadar kıymet veriyor. Kurban Bayramında bu kadar hayvanın, acımaksızın kesilmesi, nasıl muhabbet olur? Eğer dediğiniz gibi, İslâmiyet bir sevgi dîni olsaydı, her sene bunca hayvanın katline müsaade etmeyecekti. Cevaben dedim ki:

— Siz gayr-ı Müslimler, sevgiden bahsedersiniz. Sanki o sevgi dünyadaki en mühim meselenizmiş gibi, sizden başkasının sevgiyi bilip yaşamadığını iddia edersiniz. Bir balinayı kurtarmak için binlerce dolar harcayarak, sevginin sancağını taşıyormuşsunuz gibi görünmeye çalışıyorsunuz. Hâlbuki dünyada kadın-çocuk demeden yapılan bütün katliâmları, cinayetleri ve zulümleri de siz yapıyorsunuz. Örnek mi istersiniz? İşte Irak, Vietnam, Bosna-Hersek, Filistin, Afganistan, Çeçenistan ve daha pek çok örnek verebiliriz. Bu kadar insanları kadın-çocuk demeden, hunharca öldürenlerin, hayvanlara karşı sevgiyi iddia etmeleri, onların sevgiden ne kadar uzak olduklarını göstermiyor mu? Bu iddianın doğru olabilmesi için söylediğiniz şekilde yaşamanız lazım gelirdi. Hâlbuki fiiliyatınız sizi yalanlıyor.

O da bana:

— Biz de sizin gibi bunları kabul etmiyoruz zaten, dedi.

Ben de ona dedim ki:

— Kişisel olarak bunu kabul etmemek bir şey ifade etmiyor. İçinde bulunduğunuz millet olarak bu zulmü yapıyorsunuz. İster kabul ediniz, ister etmeyiniz, bunu yapan sizlersiniz, deyince sustu, bir şey diyemedi.

— Kurbana gelince, İslâmiyet sevgi dînidir dedik ya, elbette her şeyden evvel varlıklar içinde, eşref-i mahlûkat olan insanları sevmek lazımdır. Ondan sonra hayvanlar ve diğer varlıklar gelir. Zaten Cenâb-ı Hakk hayvanları ve bütün varlıkları insanlara faydalı olsunlar diye yaratmıştır. O hayvanlardan istifade etmek, fıtrî ihtiyaca binâen herkesin yaşadığı bir hakîkattir. Kurban Bayramında o hayvanı kesmesek, sair günlerde o hayvan yine kesilmeyecek mi? Kurban Bayramı gününde kesilince katliâm denilmesi, diğer günlerde kesilince normal kabul edilmesi, kişilerin art niyetlerinden kaynaklanmıyor mu? Bu durum İslâmiyet’e karşı kin ve nefretin bir neticesi değil midir?

Evet, herkes parasını, hayvanını sever. Hiç kimse hayvanını sevmediğinden kesmiyor. Elbette Müslümanlar da mallarını seviyorlar. Fakat insanları daha çok sevdiklerinden, mallarına karşı olan sevgiyi, insanlara karşı olan sevgi uğrunda fedâ ediyorlar. Çünkü hiçbir zaman, toplumun hayat standartlarının aynı seviyede olması mümkün olmamıştır. Bazen sene boyunca bir lokma et bulamayan insanlarımız ve âileler vardır. İslâmiyet o insanların istifadesi için, şefkat ve muhabbetin gereği olarak, imkânı olanlara Kurban Bayramında kurban kesmeyi emretmiştir. Ve aynı zamanda o kurbanın üçte ikisini muhtaç olanlara dağıtmayı tavsiye etmiştir. İşte her akl-ı selim sahibi olan insan, bu muameleden İslâmiyet’in nasıl bir sevgi dîni olduğunu anlar.

Bu cevaptan sonra iknâ oldu ve şunu itiraf etti:

— Şimdiye kadar görüştüğüm Müslümanlardan hiç birinin, aklın kabul edeceği, ilmî delillerle sizin konuştuğunuz gibi konuştuğunu görmedim. Ben de ona dedim ki:

— Bundan sonra haftada bir gün bir araya gelelim, konuşalım. Benim anlattıklarımdan yanlış olduğunu ispat ettiklerinden ben vazgeçeyim; doğruluğunu benim ispat ettiklerimi de sen kabul et. Senin anlattıklarından ispat ettiklerini ben kabul edeyim; yanlış olduğunu ispat ettiklerimden ise sen vazgeç. Böylece hissiyatlarımızı değil, aklımızı, delil ve burhanları esas yaparak konuşursak hak ve hakikati buluruz. O da kabul etti. Görülen şu ki, ilk karşılaşmamızda gösterdiği taassub ve inad kırılmıştı.

— Sizin için duâ edeyim, dedi.

— Tamam, olur, dedim. İsterseniz şimdi ben duâ edeyim siz de âmin deyiniz:


Rabbimizden, hak ve hakikati bize de ona da göstermesini duâ ve niyaz ettik. O da âmîn dedi. Maalesef, uzun zamandan beri misyoner olarak burada görev yaptığı halde, her halde arkadaşlarıyla görüşmüş olmalı ki, durumunu fark ettiklerinden, yaklaşık bir hafta sonra bir daha dönememek üzere onu Amerika’ya gönderdiler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder