SELAMUN ALEYKÜM
İnşaallah istifadeye medar olur!!!!!!
2 Şubat 2011 Çarşamba
İNGİLTERENİN OSMANLI TÜRKİYESİNE YÖNELİK "PSİKOLOJİK SAVAŞI" VESAİD NURSİ(1909-22)- MİM KEMAL ÖKE-1 -
Uluslararası iliskiler, özellikle Said Nursi'nin doğup yetistiği dönemde Osmanlının "düvel-i muazzama" dediği Büyük Güçler arasında
kıran kırana bir güç ve iktidar mücadelesine, sahne oluyor. Bu rekâbet sahnesindeki aktörlerinki bunların basında o dönemde Avrupa'nın
sanayilesmis ülkeleri olan Đngiltere, Fransa ve Almanya geliyordu-dıs politik amaçlarına ulasmada basvurdukları yöntemlerden biri de, askerî ve
iktisadî olanların dısında, "psikolojik savas"tı.
Psikolojik savas diyerek kasdımız, söz konusu devletlerin hedef ve çıkarlarının olduğu ülkede yürüttüğü propaganda ve eylemden
örülü yoğun bir "beyin yıkama" terör faaliyetidir. Sivil halka veya sokaktaki adama yöneltilen bu harekâtta amaç; zihinleri bulandırarak, halkın kendi
ülke idarecilerine karsı sadakatini kırmak, hattâ onları kendi yayılmacı veya isgâlci emelleri doğrultusunda birer eylemci hâline getirmektir.
Büyük Güçler arasında özellikle Đngiltere'nin Osmanlı Devleti üzerinde bu harekâtı imparatorluğun son yüzyıl boyunca sistemli bir
sekilde uyguladığı gözlemlenir. Osmanlı, bilindiği gibi XX. yüzyılda dahi hâlâ Rumelide bir kanadı bulunan bir yakın ve Ortadoğu devletidir.
Ortadoğunun iktisadî, siyasî ve stratejik açıdan önemi Osmanlı Türkiyesinin uluslararası iliskilerde emperyalist bir siyaset izleyen Birlesik Krallığın ilgi
ve nüfûz sahası olmasına sebep olacaktır. XIX. yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar Hind sömürgesine ulasım yollarını denetim altında tutma pahasına
Osmanlı Devletine, Çarlık Rusyasının yayılmacı tatbikatına karsı destek veren Londra, bu tarihten sonra uluslararası iliskilerde Petersburg'a
yakınlasma uğruna "Hasta Adam" denilen Osmanlı Đmparatorluğunun bölüsülmesine göz yumar bir hâle gelmistir. Dahası, Ortadoğu, hâkimiyeti için
ise yolun Osmanlı'nın yerine bu çokuluslu imparatorluğun bünyesinden kopan gayr-i müslim ve gayr-i Türk cemaatlerin, kendi himâyesinde
devletçikler kurması olduğuna inanmıstır. Đste, bu politikadan hareketle Osmanlıya karsı ayrılıkçı hareketleri, II. Abdülhamid döneminde hem
yetistirmis, hem de desteklemistir.
Londra için amacına ulastığını sandığı bir ortamda Jön Türkler'in 1908'de Mesrutiyeti geri getirmeleri, ya da Osmanlı'da
parlamenterizmin yeniden devreye sokulması tatsız bir sürpriz olacaktı. Ya Osmanlı, bu hamle ile kendisini yenilerse? Azınlıkların ayrılıkçı emelleri
Mesrutiyetin hürriyetci ortamında törpülenirse? Daha kötüsü, Türklerin bu tecrübesi basarılı olursa, kendi sömürgelerindeki Müslüman tebâ da aynı
modeli ithâle kalkarsa, ne yaparlar; hakimiyetlerini nasıl muhafaza edebilirlerdi?
Đste, 1908 ile 1923 arası Đngiltere'nin Osmanlı Türkiyesi üzerinde kesif bir psikolojik harekât uyguladıkları dönemdir. Bu dönemde
Londra, bir çalısmamızda daha ayrıntılı bir sekilde vurguladığımız gibi azınlıklar üzerinde propaganda gayretlerinden, Đttihat ve Terakki'yi devirmeye
yönelik darbe tesebbüslerine ve ayrılıkçı isyanlarına kadar her türlü yıkıcı faaliyetin arkasında olacaktır.2
Bu tebliğde söz konusu bu emperyalist savasa karsı "Bediüzzaman" Said Nursî'nin karsı gayretlerine temas edeceğiz.
- II -
Mesrutiyetin ilânından memnuniyetinin Selânik'te irticalen verdiği bir nutukta da altını çizen Said Nursî'nin bu tavrının ardında, siyasî
düsünce olarak, istibdada karsı olusu yatar. Đstibdadı kategorik olarak ele alır, "tahakküm, muamele-i keyfiye, cebir" seklinde nitelendirir. Said
Nursî'ye göre, istibdat, "zulmün temelidir." 3 Ama, Mesrutiyet, Đslâmîdir: "Ruh-u mesrutiyet seriattandır. Hayatı da ondandır. Fakat, ilcâ-yı zaruretle
teferruat olabilir."4 Burada teferruata girmiyoruz; ancak Mürsel'in de belirttiği gibi; hürriyet, adalet, sûra ile ferdin serbest iradesine ve millî
hâkimiyet gibi temel esaslara dayanan mesrutiyet, ona göre, her türlü refah ve saadetin kaynağı olup, millî hâkimiyeti temin ve tesis vasıtasıdır."5
Mesrutiyet'in ilânı, Güneydoğu Anadoluda da zihin karısıklığına sebep olabilirdi. Đngiliz propagandası bölücü niteliği ile buraya sirâyet
edebilirdi. Đste, bu ortamda Said Nursî Sarktaki asiretlerin suallerine, cevap olarak sunları kaydeder:
Hürriyet ve mesrutiyeti takdir etmeyenleri tasvir ederken;
"Cehalet ağanın, inad efendinin, garaz beyin, intikam pasanın, taklid hazretlerinin, mösyö gevezeliğin taht-ı riyasetlerinde insan
milletinden menba-ı saadetimiz olan mesvereti inciten bir cem'iyettir" diyecektir.6
Yeni Hükûmetin hedefinin "uhuvvet-i imâniye sırrıyla üçyüz milyonu bir vücut eden ve nûrânî olan Đslâmiyetin silsilesini takviye
etmektir" seklinde ortaya koyarak Đttihad ve Terakki'nin "Đttihâd-ı Đslâm" siyasetine yöneleceğinin müjdesini veriyordu. Bu misyonu yürütecek Jön
Türkler arasında Đslamı yasamayanların olduğuna dair asairin kuskusuna da katıldığını belirtiyordu. Ancak, "hamiyyet ayrı, is ayrıdır" demekten de
kendini alamıyordu. Asiretlerin Jön Türklerin arasında masonların bulunduğuna dair beyanları üzerine Said Nursî, Đttihad ve Terakki içinde derhal bir
ayrıma dikkat çekmektedir:
"Đstibdad, kendini ibka etmek için su telkinatı vermistir. Bazı laubalilik dahi, su vehme kuvvet veriyor. Fakat emin olunuz ki, onların
masonluğa girmeyen kısmının maksadları dine zarar değildir. Belki, milletin selametini te'min etmektir. Fakat, bazıları dine layık olmayan barid
taassuba müfritane ilisiyorlar. Demek, hürriyete ve mesrutiyete hizmetleri sebkat eden veyahut kabul eyleyenleri Jön Türk tesmiye ediyorsunuz. Đste
onların bir kısmı, Đslamiyet fedaileridir. Bir kısmı da, selamet-i millet fedaileridir. Onların ukde-i hayatiyelerini teskil eden, mason olmayan ekseri;
ittihad ve terakkidir. Ve sizin su asairiniz kadar ulema ve mesayih, Jön Türkler meyanında mevcuttur. Vakıa onlarda bir takım edepsiz, çok sefih
masonlar dahi bulunur; lâkin yüzde ondur. Yüzde doskanı sizin gibi mu'tekid müslimlerdir."7
Bunu da su vesile ile kaydetmek gerekir ki, Said Nursî'nin yukarıdaki ifadede "istibdat" diye nitelendirdiği evrensel, ya da emperyal
istibdat, ya da Đngiltere'dir. Burada, bundan önceki açıklamalarının ısığında Said Nursi'nin Đngiliz propagandasının "Jön Türk-Mason-Siyonist isbirliği"
teması ile ülkedeki bölücülük faaliyetlerine iltifat edilmemesi ikâzını yaptığını görüyoruz.8 Nitekim, ileride, harp yıllarında Đngilizler, Siyonistleri bizzat
destekleyen bir güç olarak bu propagandayı gerek Osmanlı'ya bağlı Arap Ortadoğusu'nda, gerek sömürgeleri Güney Asya'da isleyerek; cihad ilan
etmis Osmanlı'nın Đslâm dünyasındaki manevi desteklerini kırmak isteyeceklerdir. Bu temanın 1916'da Türklere, Đngiliz tahriki ve tesviki ile isyan
eden Mekke Emiri Serif Hüseyin'ce de bayrak edildiği hatırlanmalıdır. Hürriyeti gayr-i müslimlerin istismara kalkabilecekleri korkusu dile getirildiğinde
ise asıl serbestliğin Müslümanları, "millet-i hâkime" haline getireceğini ya da baska bir deyisle Osmanlı Mesrutiyet rejiminde çoğunluk olan Müslüman
ahalisinin sesini daha fazla duyurabileceği, kendi kaderine hâkim olabileceği ortamın sağlanabileceğini savunuyordu. Hattâ, böylece hürriyetin ülke
asırı boyutunun da Müslümanlara kazandıracaklarını söyle ifâde ediyordu:
4
"Lâkin, yine biz ehl-i Đslâm zararlı değiliz. Çünkü; içimizdeki Ermeniler üç milyon olmadığı gibi, gayr-i müslimler dahi on milyon
yoktur. Halbuki bizim milletimiz ve ebedî kardeslerimiz üçyüz milyondan ziyade iken, bunlar üç müthis kayd-ı istibdad ile mukayyed olup, ecnebilerin
istibdad-i manevilerinin taht-ı esaretlerinde ezilirler. Đste hürriyetimizin bir subesi olan gayr-i müslimlerin hürriyeti, bizim umum milletimizin
hürriyetinin rüsvetidir. Ve o müthis istibdad-ı manevinin (hasiye) dafiidir. Ve o kayıtların anahtarıdır. Ve ecnebilerin, bizim düsümüze çöktürdükleri
müdhis istibdad-i manevinin rafi'idir. Evet, Osmanlıların hürriyeti; koca Asya tali'nin kessafıdır. Đslâmiyetin bahtının miftahıdır, Đttihad-ı Đslâm
su'runun temelidir."9
- III -
31 Mart (1909) Olayı hareketli ortamında yatıstırıcı gayretleriyle dikkat çeken Said Nursî101910'da Van'a gider bir yıl sonra da Sam'a
geçer. Đngiltere'nin Osmanlının Arap eyaletlerinde yoğun Türk aleyhtarı bir propagandaya giristiği dönemlerdir. Đttihatçılar gibi ülkeyi Đslâmî
yapısından koparmaya ve "Türklestirmeye" azimli Cengiz Han'vari putperest pozitivistlerin iktidara geldiği söylentileri, milliyetçilik atesi zaten II.
Abdülhamid'in saltanatı sırasında yakılmıs yöre halkı arasında ciddî patlamalara yol açacak seviyeye ulasmıstır. Bu ortamda Said Nursî, genis bir
ulema kitlesine Emevi Camiinde bir hutbe okur, onları aydınlatmaya çalısır.
Hutbesinde Đslâm âleminin ilerlemesini tevkif eden "hastalıklara" temas eden Said Nursi, Araplara bu illetlerden birinin "Ehl-i imânı
birbirine bağlayan nurani rabıtaları bilmemek olduğunu" hatırlatıyordu.11 Devamla, söz konusu dehsetli hastalıkların "Eczahane-i Kur'aniye"den aldığı
dersle tedavi edileceğini vurguluyordu. Ona göre, Müslümanlar, "emellerini" kaybetmislerdi. Oysa ki; "istikbâl yalnız ve yalnız Đslâmiyetin olacak.. Ve
hâkim, hakaik-ı Kur'âniye ve imâniye olacak" diyordu. Çünkü, Said Nursi, Đslâmiyetin "hem manen hem maddeten terakki etmeye kabil ve
mükemmel bir istidadı" olduğuna sehadet ediyordu.12 Aslında, hutbe Müslüman Arapları çalısmaya, barısçı hedeflere, refâh ve ilerlemeye, kısaca
Mesrutiyetle zindelesen Osmanlı geleceğine hizmete davetti. Avrupanın "zekâ tarlaları" dediği fikir adamları bile Đslâm'in ilerideki muzafferiyetini
görürken, Müslümanların bedbin olması nasıl izah edilebilirdi. Yeise düsmemek gerekiyordu:
"Đnsâallah yine Araplar ye'si bırakıp Đslâmiyet'in kahraman ordusu olan Türklerle hakiki bir tesanüd ve ittifak ile el ele verip Kur'an'ın
bayrağını dünyanın her tarafından ilân edeceklerdir."13
Demek ki, Said Nursî açıkça ifâde ediyor: ".. siyaset propagandası bazan yalana ziyade revac verdi" derken14 kastettiği Đngiliz yıkıcı
psikolojik harekâtı olsa gerektir.
Bakınız, su beyan da aynı doğrultuda bir mesajdır:
"Ve Hilâfet-i Osmaniye ve Türk ordusunun o milliyete bayraktarlığı itibariyle, o Đslâmiyet milliyetinin sadefi ve kal'ası hükmünde Arab
ve Türk hakiki iki kardes, o kal'a-i kudsiyenin nöbettarlarıdırlar."15
Said Nursi'ye göre Arapların "Mesrutiyet, Batı kurumlarının ithalidir, Osmanlının Đslâmî bünyesini rencide edecektir" yaygarası,
Đngilizlerin emperyalist amaçlarına kapılmak demektir. Çünkü, yukarıda da kaydettiğimiz gibi, Said Nursi açısından, "Müslümanların hayat-ı içtimaiyei
Đslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı mesveret-i ser'iyyedir."16 Bu sura sistemi, "Đslâmın ayaklarına konulmus çesit çesit istibdatların kayıtlarını,
zincirlerini açacaktır.17 Buradaki anti-emperyalist düsüncesinin hangi istibdadı parçalamayı kastettiği herhalde anlasılmıstır.
Garpın esaret zincirini Osmanlının boynuna dolamaya ahdettiği bir sırada Türk ve Arap'ın sırt sırta vermesi ile bu oyun
bozulabilecektir. Korunması gereken de budur; Đslam'ın da bu birlikteliği sağlayan yapısıdır:
"Hamiyet-i diniye ve Đslâmiyet milliyeti, Türk ve Arap içinde tamamiyle mezcolmus ve kabil-i tefrik olamaz bir hâle gelmis. Hamiyet-i
Đslâmiye en kuvvetli ve metin ve Arstan gelmis bir zincir-i nuranîdır. Kırılmaz ve kopmaz bir urvetü'l-vüskadır. Tahrib edilmez, mağlub olmaz bir
kudsi kal'adır."18
Sahiner'in kaleme aldığı biyografiden bu hutbenin amacına ulastığını öğreniyoruz.19
- IV -
Mesrutiyetin ilk yılları, Osmanlı için Rumelide özellikle sıkıntılı bir dönemdir. Bir yandan Bulgar-Yunan-Sırp ayrılıkçılığı, öte yandan Slav
ve Germen yayılmacılığı, Türkleri Anadoluya "pılı pırtılarıyla sepetlemek üzere faaliyettedir. Đngiltere de bu çabalara göz yummakta, hattâ,
uluslararası dengeleri fazla bozmadığı ölçüde, gizlice desteklemektedir. Biz, o günlerde Said Nursî'yi Padisah Sultan Resad'ın tebasını teskin etme
gezisinde görürüz. Onun aklı Sarkdadır. Yabancı kaynaklı bölücülüğe karsı Güneydoğu Anadolu'da müsbet ve dinî ilimlerin iç içe bulunduğu bir
"Medresetüzzehra" ile karsı konulabileceğine padisahı inandırmıstır. Bu projesinin temelleri atılmaz. Birinci Cihan Harbi baslamıs ve Đngiliz
propangandası aleniyete dökülmüstür.
Yıl 1915. Said Nursi, Ağustos ayında ise vatan müdafaası uğruna Doğu Anadolu'dadır. Bilindiği gibi, harple birlikte Ermeni ihtilâlci
komiteleri Doğu'da isyanlar çıkararak, Rus isgalinin ileri karakolları hâline gelmislerdir. Ve, biz burada Said Nursi'yi Bitlis'in savunmasında "hocadan
çok milis kumandanı" hüviyetiyle görürüz. "Keçe Külahlılar" isgale karsı kahramanca dövüsürler; ancak, bu Doğu Anadolu'nun düsman istilasına
maruz kalmasını engelleyemez. Yaralı Bediüzzaman, Rus esiri olarak Sibirya'ya sürgün edilir. Đki yıl sonra firar ederek Türkiye'ye döner. Yurda
kavusunca Dar-ül Hikmetül Đslâmiye azalığına getirilen Said Nursi'yi mütareke döneminde Kürt Nesr-i Maarif Cemiyeti üyeleri arasında da görüyorsak
da, amacının, bu dönemdeki bazı Kürtçü cemiyetler gibi ayrılıkçılık olmadığı, bilâkis merkezî idarenin çökmesiyle düsman istilâsına karsı mahallî
bazda direnislerin yegâne kurtulus yolu açmak olduğu ve bu yolda da yerel halk arasında eğitim faaliyetinin kilit rolü oynayacağı inancının
bulunduğunu, yine kendi ifâdelerine dayanarak varsayabiliriz. Nitekim, "Kürdistan teskil etmek değil, Osmanlı Đmparatorluğunu ihyâ edelim" ifadesi
kayıtlardadır.20
Bu tesbiti, bir baska ifadeyle de delillendirelim:
"Allahû Zülcelâl Hazretleri, Kur'an-ı Kerimde, ‘öyle bir kavim getireceğim ki, onlar Allah'ı severler, Allah da onları sever' diye
buyurmustur. Ben de bu beyânı Đlahî karsısında düsündüm, bu kavmin bin yıldan beri âlem-i Đslâmın bayraktarlığını yapan Türk milleti olduğunu
anladım. Bu kahraman millete hizmet yerine dört yüz elli milyon hakiki Müslümanın kardes bedeline, bir kaç akılsız kavmiyetçi kimsenin pesinden
gitmem."21
- V -
Mütereke dönemi, uluslararası gelismelerin ısığında değerlendirildiğinde, o yıllarda Đngilizlerin insafsız bir tarzda Osmanlıyı parçalama
siyasetine karsı sömürgeleri olan Güney Asya Müslümanları arasında "Hilâfet Hareketi" adı altında Türklere daha iyi barıs sartları tanınması yolunda
bir baskaldırının doruğuna ulastığı gözlemlenmektedir.22 Bu, açık bir ifâde ile emperyalizme karsı bir tür Đslâm dayanısmasıdır ki, Said Nursî bu
5
ortama iki çalısma ile katkıda bulunmustur. Gizlice yayınladığı Hutuvat-ı Sittede Đngiliz isgalini çok siddetli lisânla kınamakta, Đslâm âlemine
seslenmektedir:
Bakınız Đngiliz'e nasıl çatıyor:
"En ziyade hile ve fitne kuvvetiyle ayakta duran azametli kuvvetin bizi ye'se düsürmüyor. Evvela, hile ve fitne, perde altında kaldıkça
tesir eder. Zahire çıkmakla iflâs eder, kuvveti söner. Perde öyle yırtılmıs ki, senin yalan, hile, fitne; hezeyana, maskaralığa inkilâp edip akim kalıyor.
Bu defaki Anadoluya karsı........ gibi.
"Saniyen:
"O kof kuvvetin yüzde doksanı sana karsı i'tilâf kabul etmez. Muhasım bir cereyan, atalete mahkum ediyor. Fazla kalan kuvvetinle
dert ve dermanda müsterek olan alem-i Đslâmı susturacak, depretmeyecek derecede eskisi gibi istibdat altında tutmaya ihtimâl versen, seytan iken
eseğin eseği olursun!
"Hey! Ekpekü'l-küpeka!... Köpekten tekepküp etmis köpek!
"Salisen:
"Madem ki öldürüyorsun.. Ölmek iki suretlidir.
"Birinci Suret:" Senin ayağına düsmek, teslim olmak suretinde ruhumuzu, vicdanımızı ellerimizle öldürmek; cesedi de güyâ ruhumuza
kısasen sana telef ettirmektir.
"Đkinci Suret:" Senin yüzüne tükürmek, gözüne tokat vurmakla, ruh ve kalbimiz sağ kalır. Ceset de sehid olur. Akide-i faziletimiz
tahkir edilmez, Đslâmiyetin izzetiyle istihza edilmez.
"Elhâsıl:
"Đslamiyet muhabbeti, senin husumetini istilzam eder. Cebrail, seytan ile barısamaz."23
Yukarıda dercettiğimiz satırların yazarı, Milli Mücadelenin baslaması ile Anadolu hareketine de sahiplenir. Bilindiği gibi 11 Nisan 1920
tarihinde Seyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi, Kuva-yı Milliyenin ve Kurtulus Savasının aleyhinde sayılacak bes fetva vermistir.
Bu fetvaya karsı harekete geçen 76 müftü, 36 ilim adamı ve 11 mebus bu fetvayı tesirsiz hale getiren mukabil fetvalar verdiler.
Bu fetvaya Bediüzzaman da karsı çıkmıstır. Söyle diyordu:
"Đsgal altındaki bir memlekette Đngilizlerin emri ve tazyiki altında bulunan bir idarenin ve mesihatın fetvası mualleldir, mesmu olamaz.
Düsman istilasına karsı harekete geçenler asi değillerdir, fetva geri alınmalıdır."24
1922'de Said Nursî Ankara'dadır. Đstasyonda karsılanır. Hüsnükabûl görür. Meclis kürsüsünden Anadolu gazilerini tebrik eder,
basarıları için dua eder. Kısa bir süre sonra milletvekillerine hitâben bir beyanname hazırlayarak, Milli Mücadelenin Đslâmî boyutunu vurgular.
Ankara'dan Van'a geçerken, hayatının emeli, Sark Üniversitesinin teskili için tahsisat vaadini almıstır. Said Nursi'nin bundan sonraki hayatı, "Yeni
Said" evresi tebliğimizin dısında olduğu için, burada anlatımızı noktalıyoruz.
- VI -
Toparlayacak olursak, Said Nursi, kendi deyimiyle "Eski Said" devresinde mesrutiyet ve hürriyetin Đslâmın vazgeçilmez icaplarından
olduğu inancıyla Đttihat ve Terakki'nin 1908'de ülke yönetimine geçisini memnuniyetle karsılamıstı. Ümidi oydu ki, onun gibi ulemadan pek çok
kisinin yerinde saydığını, hattâ ülkeyi, giderek artan Batı emperyalizmi karsısında yeterince koruyamadığını düsündüğü Sultan Hamid idaresinin
iktidarı genç, vatanperver ve hürriyetçi bir yönetime teslimi ile, Đslâmın zinde potansiyeli islerlik kazanacak ve böylece Osmanlı çöküsüne reçete
olarak sunulan Đslâmcılık reçetesi "Hasta Adamı" tedavi ederek, ayağa kaldıracaktır. Bu inançtan hareketle, Said Nursi kendini bir yandan halkın
aydınlatılmasına, öte yandan ise Đngiliz aleyhte propagandasının tesirsiz hale getirilmesine adadı. Gerektiğini hissettiği anda bilfiil Kafkas
Cephelerinde silahlı bir aksiyon adamı olarak dövüstü. Söz konusu "irsad+cihad" faaliyetlerini Güneydoğudaki asiretler, Ortadoğu'da Urban arasında
Kürtçü ayrılıkcılığın alevlendiği Mütareke gayyasında da azimle sürdürdü. Emperyalizmin oyunlarına, "böl ve yönet" taktiklerine karsı Anadolu'da millî
kimliğin henüz yeterince köklenmediği dönemde Đslâm'ın birlestiriciliği ve onun ötesinde de kitleleri düsmana karsı hareketlendirici yönünden medet
umdu, ona sarıldı.
Bu zorlu dönemin iktidar partisi Đttihatçılarla isbirliğinin, herhangi bir itirazî kayda maruz kalmadığını söylemek de doğru değildir.
Kendisine "Neden mesruti hükûmete ve dinsiz olmayan Jön Türklere mümkün olduğu kadar hüsn-ü zan ediyorsun?" diye soranlara; "Mümkün olduğu
derecede su'-i zan ettiğin için... Eğer öyle ise zaten iyi yoksa, ta öyle olsunlar, yol gösteriyorum" diyerek cevap verdi."Kıymetlerini takdir ile beraber,
siyasi yanlarındaki siddete muarızım" seklinde de bu desteğini vasıflandırdı.25 Çünkü, Đslâmcılık cerayanını fikir bazından uygulamaya, gerek iç, gerek
ise dıs siyasette Đttihad ve Terakki'nin tercüme edebileceğini sanıyor ve ümid ediyordu. Ayrıca, dıs düsmanların yegâne müstakil Đslâm devleti olan
Osmanlıyı yıkmaya azmettikleri bir ortamda "Ben tokadımı Antranik ile beraber Said Halim'e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir" diyerek
hassasiyetini dile getiriyordu.26
Đttihad ve Terakki'nin yönettiği Osmanlı Đngilizlerin de içinde olduğu Đtilâf Devletlerince Birinci Dünya Savası'nın sonunda yıkıldı. Milli
Mücadele ise basarılı oldu ve Türkiye Cumhuriyetini kurdu. Son söz olarak sunu vurgulamak isterim; eğer onca Đngiliz propangandasına (ya da
psikolojik savasına) rağmen Osmanlı'da Arap ayaklanması sadece Serif Hüseyin ve ailesine münhasır kalmıs; Milli Mücadele'de Güneydoğu asiretleri
Kuva-yı Milliye'yi desteklemis ve aynı dönemde Günay Asya Müslümanlarının düsman Đngiltere nezdindeki baskı ve isyan tehditleri Londra'nın Türk
siyasetinde Ankara lehine bazı sonuçlar vermisse, bu sürece katkıda bulunan manevi mimarlar arasında herhalde Said Nursi'yi de anmak ilmî ve
vicdanî bir değerlendirme olacaktır.
____________________
6
1 . Prof. Dr. Mim Kemal ÖKE
Đstanbul'da doğdu. Sisli Terakki Lisesinden sonra, Đstanbul Amerikan Robert
Kolejini bitirdi. Đngiltere'de Cambridge'te iktisat ve tarih dallarında yüksek tahsilini 1977
yılında ikmal etti. Sussex (MA), Cambridge (M. Phil) ve Đstanbul Üniversitelerinde ihtisas
yaptı. 1979'da Birlesmis Milletler Güvenlik Kuruluna bağlı Filistin Dairesinde çalıstı. Yurt
dısındaki dergilerde muhtelif makaleleri ve yakınçağ Osmanlı tarihine ait kitapları vardır.
1984'de doçent, 1985'de TRT Kurumunda Türk Siyasal Tarihi dallarında genel müdür
danısmanı oldu. Bu arada TRT'ye çesitli tarihî diziler hazırladı. 1990'da profesörlüğe
yükseldi. Halen Boğaziçi Üniversitesi'nde öğretim görevini devam ettirmekte, günlük bir
gazetede tarihi makaleler yazmakta, çesitli kültürel vakıflarda yönetim kurulu üyesi
olarak hizmet vermekte, görsel medya türünde televizyon programı yapım çalısmalarına,
fikrî ve tarihî arastırmalarına devam etmektedir. 10'un üzerinde Türkçe ve Đngilizce
olarak yayınlanmıs eseri ve çok sayıda ilmî makalesi mevcuttur.
2. Mim Kemal ÖKE, Kutsal Topraklarda Siyonistler ve Masonlar (Đstanbul, 1990)
3. Safa Mürsel, Siyasi Düsünce Tarihi Isığında Bediüzzaman Said Nursi
(Đstanbul, 1989), s. 120-121.
4 .Aynı eser, s. 22
5. Aynı eser, s. 47
6. Münazarat (Yeni baskı: Đstanbul, 1977), s. 10.
7 Aynı eser. s. 33-34
8. Bu konu, ayrıntılı olarak Kutsal Topraklarda.. adlı eserimizde incelenmistir.
9. Münazarat, s. 20-21.
10. Bkz. Divan-ı Harb-i Örfi (Yeni Baskı: Đstanbul, 1978)
11. Hutbe-i Samiye (Yeni Baskı: Đstanbul, t.y.), s. 16-17.
12. Aynı eser, s. 18.
13. A. e., s. 39
14. A. e., s. 43.
15. A. e., s. 47.
16. A. e., s. 52.
17. A. e., s. 53
18. A. e., s. 57.
19. Necmeddin Sahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi
(Đstanbul, 8. baskı: 1990), s. 153.
20. Sahiner, a. g. e., s. 228.
7
21. Aynı eser, s. 229.
22. Daha genis bilgi için, bkz Hilafet Hareketleri (Ankara, 1991).
23. Sahiner, a. g. e., s. 231.
24. Aynı eser. s. 250.
25. Münazarat, s. 79.
26. Sahiner, a. g. e., s. 116.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder